sabahın köründe okul mu olur amına koyayım, bırakın da uyuyalım. daha önümü göremiyorum okula gelmişim derste uyuyorum, mis.“JAEYUN KALK.”
kafamı sıradan kaldırıp sınıfın kapısında bekleyen riki’ye baktım. sıçmadık umarım.
tembel tembel kalkıp yanına gidip “ne var?” der gibi başımı salladım. bir hışımla kolumdan çekip beni sınıftan çıkardı. hızlı hızlı koridoru yürüyüp duvarın bir köşesinde durup bana baktı.
“ne oluyor oğlum?”
salak salak sırıtıp duruyordu, geçireceğim şimdi bir tane.
“heeseung hyung dün gruba bir şeyler yazdı.”
“ee, ne olmuş?”
kaşlarını çatıp omzuma vurdu, anlamadım oğlum ne olmuş?
“senden bahsetti.”
“NE?”
gözlerimi büyütüp bir süre riki ile bakıştıktan sonra aklım yerine gelmiş gibi duraksadım.
“ne dedi ki?”
kolumu bırakıp biraz geri çekildi, kollarını iki yana uzatıp omuzlarını silkti. ciddi misin çocuk?
“kendin öğren.”
cevabını bile beklemeden koşan adımlarla kendi sınıfına girdiğinde arkasından seslenmek dışında bir şey yapamamıştım. sınanıyorum galiba??
—
kafeteryada jungwon ile oturmuş, muzlu sütünü bebek gibi içişini izliyordum. sonunda sütünü bitirip bana baktı.
“yani bu mal basketçi harbiden sana tutulmuş olabilir, hm?”
başımı sallamakla yetinip iç çektim. başımı eğip masayla bakışmaya başladım.
“bana bak, jaeyun,”
elimden tutup beni kendisiyle ayağa kaldırdı. arkasından beni çekiştirerek kafeteryadan dışarı yürümeye başladı.
“duydum ki, bahçede basketbol oynayan bir inek varmış.”
kaşlarım duyduklarımla havalanırken içimde oluşan aptal heyecanı bastırmaya çalışıp jungwon ile bahçeye çıktım, boş bir yere oturup ikimiz de bağdaş kurduk. gözlerim anında heeseung’a ulaşırken fark etmeden -galiba- gülümsedim. ağzıma vurulan bir el hissedince yanıma döndüm.
“dudakların yırtılacak kanka.”
“abart.”
gülerek konuştuktan sonra bir süre sessizce heeseung’ın oynayışını izledim. arada gözlerimiz buluşuyor ama ben anında gözlerimi kaçırıyordum. mal jaeyun. bir süre sonra mola bittiğinde herkes sınıfına gitmek üzere ayaklanırken ben de ayağa kalkıp kolumu jungwon’un omzuna attım, yürümeye başlamışken adımın seslenilmesiyle durmak zorunda kaldım. jungwon’un omzundaki kolumu gevşetip arkama döndüm, heeseung’tı.
“hm?”
yanıma gelip terden alnına yapışmış saçlarını elleriyle geriye attı.
“bu sefer kaçmayıp ayağıma gelmişsin.”
“ha, o mu? jung- ”
söyleyeceğim şeyin ne kadar
mantıksız olduğunu fark edip sustum.“hm, geldim.”
belli belirsiz gülümseyip kolunu omzuma attı, ölürsem bu çocuk yüzünden ölürüm. bahçeden çıkıp beraber okula girdiğimizde jungwon’un çoktan gitmiş olduğunu yeni fark etmiştim, sattın jungwon. bir süre sonra yakınlığımızdan olacak ki, kalp atışlarımı duymaya başladım. heeseung’ın duymamasını umarak kafamı kaldırıp heeseung’a bakmamla o da bana dönüp durdu. sınıfımın önüne gelmişiz, vay be.
“bundan sonra hep böyle ol, hm? kaçma benden, seninle zaman geçirmek istiyorum.”
benimle ney? duyduklarımı sindirmem biraz uzun sürerken heeseung’ın bakışları saçlarıma çıkmıştı.
“kaçmıyordum zaten.”
gülüp saçlarımı karıştırdı, kaşlarım hafifçe havalanırken kafasını salladı.
“hmhm, öyledir, ”
kenara çekilip beni sınıfıma itiştirdi,
“ders başlayacak, ben kaçtım. çıkışta bekle beni!”
yürümeye başlamışken son sözlerini bağırarak söylemesiyle refleks olarak etrafı kontrol ettim, kimsenin olmamasıyla rahatlarken sırama geçip çenemi avucuma yaslayıp camdan dışarı baktım. saçlarımdaki ellerini bir kere hissetmek bile alışmama yetmişti, şimdi onları hissetmeden ne yapacağım?
★
dayı sen textingden devam amk bu neeeee