¹

2.1K 323 250
                                    

"Geleceğiz zaten, çok abartıyorsun senin sağlığın için uğraşıyoruz." Annemin beni psikolog merkezine bırakıp vedalaşmadan önce yaptığı ve en az otuz defa tekrar ettiği sitem dolu cümleleri yeniden dinliyorum. Pardon dinlemek zorunda kalıyorum. Gözlerimdeki yaşlar ve kalbimin atış hızı olaya odaklanmama pek müsaade etmiyor gerçi. Kafamda da apayrı bir müzik çalarken beynimin bir kısmı dans ediyor.

"Gelmeyeceksiniz biliyorum." Sıradan güven sorunları olmayan garip bir çocuğum.. ailemle aram limoni, arkadaşım yok çünkü genelde evde gezinmek için bile enerjim yok. "Öyle şey olur mu, kes artık saçmalamayı... Odana git hadi, doktorlarınla tanış. Bizimde babanla işlerimiz var bak oyalıyorsun bizi." Annemin son ikazıyla birlikte gözlerimdeki yaşları serbest bıraktım, o adamın benim babam olduğunu söylemesi sinirime dokunuyordu. Benim babam cennetteydi, o adamda annemi parası için kullanan biriydi. Birer birer yanaklarımdan süzülen gözyaşlarıma annem ve yanındaki adam sadece bakarak pişmanlık dolu bir iç çekmişlerdi.

Küçüklüğümden beri böyleydi, benim onlar için bir ceza olduğumu düşünürlerdi. Komik işte, sanki beni annem Dünya'ya getirmemiş gibi davranırlardı her seferinde sonra da burada bulunduğum için beni suçlarlardı. İşin kötü yanı annemden başka kimsem olmadığından duyduğum koşulsuz şartsız aciz sevgiydi. Bu sevgi ona öylesine fazlaydı ki, kaybetmekten çekinceleri yoktu. Bırak çekinceyi, bu durumdan mutlu da olurlardı belki. Kocasıyla hayatı benimle olandan kat kat eğlenceliydi.

"İyi eğlenceler." Annemin yanında duran adamın dalga geçercesine arkamdan söylediği şeyler sinirime dokunmuştu yine de o an bir şey demeden bana verilen odaya girdim. Fazla ışık vardı, neden aydınlık olmak zorunda bu kadar... Gözyaşlarımı masanın üzerinde benim için bırakılan peçete kutusundan aldığım bir avuç peçeteyle sildim. İlk işim küçük hapishanemdeki perdeleri kapatıp içeriyi karanlık yapmak olmuştu, karanlık değildi gerçi tam olarak... Eğer öyle olsaydı korkardım.

Kapım tıklandı, kaç defa bir mi? İki belki... Ya da üç?

Nefesimin kesildiğini hissediyordum, ellerim boğazımı bulduğunda vücudum ateş içindeydi. Üst üste tekrar tıklanan kapının tok sesi kulaklarımda, beynimde, vücudumun her yerinde binlerce kez yankılanıyor şimdi. Birisi kafama çekiçle vuruyormuş hissiyatı veriyordu. Kapım yavaşça aralandı içeriye gelen hemşireye bakmak gibi bir fırsatım olmadan titreyen aptal bacaklarım beni yine yarı yolda bırakmış yere çökme sebebim olmuşlardı.

"Jisung değil mi?" Hemşirenin sert bakışlarını hissediyordum üzerimde, ne kafa salladım ne de onaylayan bir ses çıkarttım. Sadece yerdeki krem rengi, ebruli sanatı gibi şekillerle işlenmiş ve odanın küçük bir kısmını kaplayan mermer desenlerini inceleyerek sayı sayıyordum. Böyle anlarda odağını başka yere toplamak her zaman en iyisiydi. Fakat aklımdaki sayılarda 10'dan 15'e, 22'den 37'ye ağladığını fark ettiğim zaman bununda işe yaramadığını gördüm.

"Sıkıntılı bir tane daha hasta eksikti, tam oldu." Sitem edercesine söylendi hemşire, sonra metal tepsinin sertçe şifonyerin üzerine bırakıldığını duydum. Kapım kapanır kapanmaz hıçkırıklara boğulmuş sessizce tanrıya canımı alması için yalvarıyordum.

"Tanrım canımı al, al canımı... Kendimi öldürmekten korkuyorum sen benim canımı al."

Bir hiçliğin ortasında terk edildiğiniz olmuş muydu? Hemde bir hiç uğruna.

Ben çok kez terk edildim... Çok kez kaçılan 'sorunlu' o çocuk ben oldum. Burası başkaydı, burası benim için apayrı bir kabus gibiydi. Her ne kadar oteli andıran lüks bir görüntüye sahip dahi olsa burada kalmak istemiyordum. Kendimi güvende hissedebileceğim, özel alanımı kaybetmiştim.

Kapım dakikalar sonra tekrar çalındı, ben hala yerden kalkmamış neden burada öylece bırakılıp gittiğimi sorgular haldeydim kendi kendime. Duymadığımı düşünmüştü muhtemelen kapının dışındaki her kimse... Oysa o her tıkladığında kafama bir yeni çivi çakılıyordu. Tekrar tıklandı kapım, bu kez daha nazikti tıklayışlar. Ben mi öyle olmasını umuyordum yoksa? Kapının rahatsız edici gıcırdayışı kulaklarıma dolunca kulaklarımı kapatmayı denedim. "Aish... Bu kapıyı bir an önce yağlamak lazım." Erkek hemşire odama elindeki doyaları incelerken girmişti. Gözyaşlarımı önümü görmeme ne kadar izin veriyorsa o kadar görmüştüm.

"Han Jisung?" Birkaç saniye benden cevap bekledi, konuşmayacağımı anlamış olacak ki daha sonra cevap vermemi beklemeden devam etti. "Doktor Lee Minho ben ama sen bana Minho diyebilirsin, olur mu?" Sesinden gülümseyerek söylediğini anlıyordum. "Senden büyüğüm, hyung diyerek seslenebilirsin sana bırakacağım." Yatağa oturduğunu tekrar gelen gıcırtılarla anladım. Bu seferki gıcırtılar tekrarlanmış, bir süre kesilmemişti. Hareket mi ediyordu yatağmda? Tertemiz yatağımda hareket ediyor. "Burada kaldığın süre boyunca senden sorumlu doktor ben olacağım, arkadaş olur muyuz dersin Jisung?" Kıkırdamıştı. Önüme uzatılan peçeteyle kafamı dizlerime gömdüm, gözlerimde ki yaşlar ayağımdaki gri kotu ıslatmış damlaların değdiği yerlerin renkleri koyulaşmıştı.

"Arkadaş olmak istemiyorsun anlaşılan, şöyle yapalım o zaman ben sana burada sıkılma diye boya kalemleri getireyim belki resim yaparsın." Adamın yataktan yavaşça kalktığını duydum, odadan çıktı sakin adımlar eşliğinde ve kapıyı kapattı. Bir nebze de olsa beni anladığını hissetmiştim, şanslıydım ki benim kişisel doktorum olacaktı. Güç bulduğum zaman ayağa kalktım, ağlamam hafiflemişti artık... En az benim kadar ağır olan valizimi dolabın önüne kadar sürükledim ve yatağa oturdum.

Zaten çıkacaktım buradan, neden bu kadar kıyafet hazırlamıştı ki annem benim için?

Kapının tekrar açılmasıyla sırtımı kapıya döndüm hızlı bir hamleyle, burada biriyle göz göze gelmek bile damarlarımdaki kan akışını binlerce kat arttırırdı. Sessiz olmaya çalışan adım sesleri duyuyordum biraz biraz yaklaşıyordu. "Senin için buraya bırakıyorum, istediğin bir şey olursa telefonu kullanabilirsin. İşine yarayacak numaraların hepsi orada kayıtlı." Derin bir nefes aldım, dönüp teşekkür etmek istesem de yapabilecek cesaretim yoktu.

Odadan çıktığını anladığım zaman benim için bırakılan boya kalemlerine ve bir tomar kağıda baktım. Yanında da muhtemelen soğumuş olan yemeğim duruyordu. Hiçbir şey yemek istemiyordum ki şimdi... Sadece gözyaşlarımı dindirmeye çalışarak yatağın içine girdim, demin doktorun oturarak kirlettiği yorganımı da üzerime çektim.

Özellikle mi böyle cıvıl cıvıldı ki bu oda? Çok severdim renkli şeyleri, kıyafetlerim de hep rangarenk olurdu hatta ama bugüne özel gri kotum vardı. Bugün kötü bir gündü çünkü...
Yorganın bile renkli olması biraz göz yoruyordu. Gözlerimdeki yaşları peçeteyle silmek istiyordum fakat peçete uzaktaydı bunun yerine demin doktorun getirdiği kağıtlardan birini alarak yüzüme sürttüm sonrada burnuma indirip sildim.

Çok ağladığımdandı sanırım gözlerim benim kontrolüm olmadan kapanıyordu. Bana ne yapılacağını bilmediğim bu yerde uykuya dalıp gitmek istemiyordum ama ağırlaşan göz kapaklarım beni uykunun içine çoktan çekmişti.




/

Naber, nasıl buldunuz bakalim?

🐢💌

Except You / MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin