"beni hiç mi hatırlamadın kusursuz tilkim?"
Ellerimi iki elinin arasına alıp dolmuş olan gözlerle bana bakıyordu. Anlamıyordum niye ağlıyor? Direk ellerimi geri çekip onu itip uzaklaştırmıştım.
"Nasıl bir piskopat şizofrensin sen!"
Bana sadece bakıyordu. Bir ses yoktu hatta iki dk geçit ve bakışları üstümden çekip eliyle gözlerini silmeye başlamıştı. O gözleriyle ilgilenirken hızlı bir şekilde bahçenin çıkışa doğru açılan kapısına koşup onu arkamda bıraktım. Bahçe kapısını itip açmıştım ve kapıda olan güvenliklere değil direk duvara koştum.
Duvar biraz çıkıntılıydı ve tepede duvara sabir heykeller vardı iki elimle bir tanesine turnup ayaklarımı duvara yapıştırdım. Arkamdan gelen ayak sesleri yüzünden kendimi yukarı çekmeye çalıştım fakat duvarda ayaklarım kayıyordu.
"JEONGIN!" diye bir ses duydum arkamdan. Belim de olan iki el beni çekmeye çalışırken ben daha çok direniyorum. Bırakmıyordu şerefsiz.
"bırakın siz ben ilgilenirim." demişti patron kılıklı Kıbrıs eşeği. Salmıyor ki beni. Görende sanar İngiltere prensiyim. Tamam İngiltere prensiyim diye dalga geçiyorum ama ciddili bunun gözünde öyleyim.
"fazla yorma kendini çıkamazsın. Ayakların duvarda kayıyor." konuşan kırmızı kafaya döndürdüm kafamı. Kollarını önünde birleştirmiş bana bakıyordu zevkle. Ona iğrenir gibi baktığımda bana göz devirip gülümseyerek süzdü.
En sonda gözlerini kalçama dikip kaşlarını kaldırarak buruk bir şekilde gülümseyerek baktı.Önüme dönüp kendimi arkaca serbest bıraktım ve hızlıca yere inip ona doğru döndüm.
"niye indin güzelce duruyordun."
Dediği şey ile ağzım açılmıştı. Dalga mı geçiyordu bu çocuk! Kaşlarımı çatmış bir şekilde yüzünü incelemeye başladım. Kısılmış gözler, alt dudağı dişlerinin arasına girip çıkması ve gözleri hala alt kısmında olması...
"SAPIK HERİF!" diye çığlığı basmıştım. Tepkimi beklemiyordu ki yüzü şok olmuş vaziyetteydi. Ellerimi yumruk yapıp arkamda tuttum ve daha fazla burda durmamak adına eve doğru gitmeye başladım
Arkamdan "Nereye gidiyorsun?" diye seslenince. Delirmiş deli danalar gibi ona döndün
"ananın sarı amına! Gelicen mi?" diye sinirle karşılık vermiştim. Arkamda gülüşünü duyarak derin nefes alıp, durmadan eve doğru gittim. Takılı kaldığım bu ev, malikane, villa artık hangisi bilmiyorum ama sinir bozucu yere yine gelmiştim. Geç olduğu için hiç beklemeden yukarı doğru adımladım.
Odamın karşısında ki odanın aralık kapısını görünce merak ederek izledim. Girmek ve girmemek konusunda takılı kalmıştım. İçerde ne olabilir ki? Kızmaz her halde. Açık kapıya ilerleyip derin nefes alarak tak diye girmiştim. Odaya girince kapıyı yavaşça kapatıp odanın içinde gözlerimi gezdirdim.
Fazla düzenli bir odası vardı. Masası baya düzenliydi ve bir sürü dosyalar vardı. Masanın başında gördüğüm zambak çiçekleri ile yutkundum. Cidden olabilir mi? Hatırlamadığım o kişi olabilir mi... Masadan gözlerimi çekip arkaya çevirdiğimde nefesim kesilmişti. Tablom... Masasının karşısına asmıştı.
Elimle kendime yelpaze yapıp saçlarımı geriye doğru attım. Son bir kaç gündür hiç normal değildi benim için. Arkama dönüp ellerimi masaya yasladım. Kafam karışmıştı ne yapıcam, burda mı durucam bilmiyordum.
Gözlerimi masada gezdirince gördüğüm resim çerçevesi ile kaşlarımı çattım. Çerçeveyi elime alıp göz gezerdim. Bendim fotoğrafta ki... Zambak bahçesinin içindeydim. Ne hissettiğimi anlamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Portrait of perfection
FanfictionJeongin çok güzel ve kusursuz yüze sahip olan bir gençti 20 yaşına gelince ailesinin isteği ile kendine özel bir tablo yaptırır ve bu aile müzesinde sergilenir. Sergiye gelen ünlü mafya Hwang Hyunjin o tabloyu görmesi ile onun kusursuzluğuna tutulur...