"Han Jisung tekrar ülkemize giriş yaptığı öğrenildi. Han Jisung lakabıyla Şirin Hırsız, tam tamına 10 ülkede aranıyor. Yıllar sonra tekrar ülkesine döndü!
Bugüne kadar kusursuz şekilde saklanan Şirin Hırsız'ı polisler bulmak için her yeri en ince ay...
Nerdeyse yeni gibi olan takımının kolunu hafifçe kıvırdı. Çok ihtiyacı olmuyordu, zaten pekte haz etmezdi resmiyetten ve onunla ilgili her şeyden. İnce parmaklarını masaya vurduğunda istediği ritmi tutturmuş olmalıydı ki dudakları yukarı kıvrılmıştı. Alacağı parayı düşündükçe, içindeki mutluluk kat be kat artıyordu.
Çalan telefonu açıp usulca kulağına götürdü. Restoranın girişine baktığında dudaklarındaki gülümseme daha da büyümüştü.
Para ayağına gelmişti.
Ayağa kalktı, ve kendisine yaklaşan adama kafasını hafifçe yere eğip selamladı. İkisi aynı anda oturunca Jisung, adamın suratını incelemeye fırsat buldu. Saçları gözlerindeki kahverengine göre daha açık bir tona ev sahipliği yapıyordu. Siyah çerçeveli, daire biçimli gözlüğü onun güzel yüzünü tamamlamıştı. Çekik gözlerinden uzanan upuzun kirpikleri, en dikkat çekici olan kiraz kırmızısı dudakları, ve herhangi bir makyaj malzemesiyle kapatmadığı burnundaki küçük ben onu kendisi yapan özellikleriydi.
O adam Jisung'un düşlediğinden daha yakışıklıydı, hatta belki yakışıklı kelimesinin az geleceği durumlar vardı. Fotoğrafını çektiği lüks kamera bile onun bu güzelliğini gerçek anlamda yansıtmamıştı.
Çok kadın görmüştü, lakin bir erkeğin dünya gözüyle gördüğü kadınlardan daha güzel olabileceğine inanmamıştı. İnanamamıştı.
"Peter'di değil mi?" diye mırıldandı adam gülümseyerek.
"Evet, bay Lee." dedi oynamayı en çok sevdiği rolüne girerken.
"Ben tekrar teşekkür ederim, kaybolduğunda cidden çok üzülmüştüm." gözündeki mutluluğu görmek çokta zor değildi. "O nerede?" diye sordu ilk iş. Çünkü bu hayatta ona gerçek anlamda eşlik eden kedileriydi. Onları kaybedince amansız bir boşluğa düşeceğine şüphe yoktu.
"Restorana alamayacaklarını söylediler, arabamda beklemek durumunda kaldı." gözlerini kıstı ve arkasına rahatça yaslandı.
"Gidip görebilir miyiz?" kelimenin tam anlamıyla gözleri parlıyordu.
Dudağının kenarı keyiflice yukarı kıvrıldı adamın. "Şartlarımı duymayacak mısınız?"
Kaşları aniden çatıldı genç adamın. Şokla karşısındaki daha birkaç saat önce tanıştığı adama bakıyordu. "Bu ne demek oluyor?"
"O kediyi almak için bana ödeme yapman gerekiyor, ve ben teklif ettiğin paradan daha değerli şeyler istiyorum." utanmaz bir şekilde sırıtıyordu Jisung.
'ne demeye çalışıyorsun?' dercesine bakışlarını hala sürdürüyordu Minho.
"Kolundaki o saati ve arkadaşlığını, hepsi bu kadar. Eminim senin için çok küçük bir meblağdır Lee Minho."
Telaş içindeki kolundaki gümüş ve pırlantalarla süslenmiş kol saatine baktı. Bulamayınca ensesinden soğuk terler dökülmeye başlamıştı bile. Jisung ise tepkisinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Sırıtışından, kaşlarının keyifle kalkmasından, tavrından bir an olsun bile ödün vermiyordu.
Yavaşça kucağına koyduğu milyon wonluk saati gözler önüne serdi Jisung. "Eh, ilk istediğimi aldığıma göre artık ikincisini verebilirsin diyorum, Lee Minho. Kabul ediyorum veya etmiyorum." kıkırdayıp derin bir nefes verdi. "Ah, emin ol ben işlerin peşini öyle kolay bırakan bir adam değilim."
Tapılası dudaklarını sertçe birbirine bastırdı. Küçük, kimsesiz bir oğlan çocuğu gibi çaresiz hissediyordu. Tek istediği şey kedisine tekrardan kavuşmaktı. Böyle şeyler yaşayacağını bileseydi -en azında böyle bir korku içine düşeceğini bilseydi- kedilerine daha iyi göz kulak olabilirdi. "Kabul ediyorum," dedi güçsüz sesiyle, sanki başka bir çaresi varmış gibi.
"Sevindim."
Sertçe yutkundu ve rahatlamaya çalıştı. "Şimdi beni ona götür, lütfen."
"Zevkle."
_______________________:)
kendinize iyi bakın <3
Minho:
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.