Güneş'in yükselişinin habercisi olan ışınlar soluktu. Gökyüzü, bulutlarla çevrilmişti. Henüz yağmur yağacak gibi değildi ama.
Yan yana dizilmiş küçük evlerin bahçelerindeki yapraklar; sonbaharın etkisiyle solup gitmişti.
Yerler çam ağaçlarından düşen kozalaklarla doluydu.Eğer annesi ona fırsat tanısaydı gördüğü her türlü tahtayı toplar, onları eve getirip saatlerce oynardı. En son kozalak toplamaya çalıştığında Helen, zarar görmeye müsait narin bedenini sertçe tutup eve geri sokmuştu.
Oğlunun onu daha fazla rezil etmesini istemiyordu anlaşılan. Belki de bu yüzden okul dışında evden adımını atmasına nadiren izin veriyordu.
Dakikalar geçtikte insanlarla dolan sokakta yürürlerken bu arzusunu bastırmaya çalışıyordu.
Ortaokul öğrencisiydi artık. Haftalar önce kaydı yeni bir okula yapılmıştı. Annesi beklenmedik insafıyla bugün için onu okula götürmeyi kabul etmişti.
Bu onu rahatsız etmemiş değildi tabii. Helen'in bunu herhangi bir karşılık beklemeden yapmasını umuyordu sadece. Geri verebileceği hiçbir şeyi yoktu çünkü.
Ne zaman olmuştu ki?
Annesinin o nadiren hissettiği yumuşaklığıyla giydirdiği üniforması, alışık olmadığı nazikliğiyle taradığı kuzguni siyah saçları ve ilk başta yine onun sebep olduğu taze izleri temizleyip sarması sayesinde en azından ortalama bir öğrenciye benzemişti.
Saçları neredeyse omzuna kadar varmıştı. Helen onları toplarken Lowry'i yakın bir zamanda berbere götürmesi gerektiği hakkında bir şeyler mırıldanıyordu.
Yaraları, üzerindeki merhemin etkisiyle sızlarken tek kelime etmeden annesinin yanında yürüyordu.
Yüzüne bakmak istemiyordu.
Yüzüne bakmasını istemiyordu. Biliyordu çünkü; gözlerine her bakışında oğlunu değil, onu tereddüt bile etmeden terk edip giden o adamı görecekti.Eğer bir kere ona dikkatle bakmayı deneseydi gözlerindeki bu perde kalkıp bir daha inmemek üzere yok olabilirdi.
Gerektiğinden fazla kalabalık olmayan okuluna vardılar sessizce. Tek kelime etmeden Helen'in elini bıraktı, kısık tonuyla 'teşekkür ederim' diye fısıldayarak hızlıca binaya girdi.
Ne o kimseyi tanıyordu, ne de kimse onu. Yavaşça sınıfını öğrenmek için müdürün odasına yöneldi.
Soğuk bir tavırla karşılanmıştı. Karşısında dev gibi dikilen bu adam onu rahatsız ettiği için azarlayıcı bir tavırla onu sınıfına götürmüştü. Lowry, müdürün; sınıfını önceden öğrenmesi gerektiği hakkında bir şeyler gevelediğini duymuştu.
Sınıfındaki kimsenin onunla konuşmamasını umarak bir önceki günün sabahından beri bir şey yememiş olmasının bitkinliğini görmezden gelmeye çalıştı.
Şu zamana kadar alışmış olması gerekirdi buna. Bu kadar zayıf olmaktan nefret ediyordu.
***
Günü yarılamıştı ve şaşırtıcı bir şekilde kötü sayılmazdı henüz. Tepeye varmış Güneş hala net görünmüyordu. Yemekten sonra bahçeye çıkmış, etrafa saçılan soluk yapraklara basa basa dolanmaya başlamıştı. Kuru yaprakların her bir adımında açık havaya yaydığı sessiz çıtırtıları garip bir şekilde huzur vericiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sükunet
Short StorySusturmaya çalıştığı çığlıklarının aynı zamanda duyulmasını istiyordu. Birinin gelip onu kurtarmasını. Sessiz kalmak, konuşmaktan daha kolaydı ama. Her ne kadar can yakıcı olsa da. *** Ortaokula yeni başlayan Lowry, ev hayatında ağır sıkıntılarla...