Odadan çıkmadık hiç, kalabalığın dağılmasını bekliyorduk; kalabalıklar bize göre değildi. Pencereden baktım dışarıya dayımdan başka kimse kalmamıştı dışarda. Üstüme bir şeyler alıp dışarıya, dayımın yanına çıktım; bahçeye. Her zamanki gibi sigara içiyordu, o eski radyosundan Neşet: "Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?" diyordu. O kadar dalmıştı ki uzaklara, -büyük ihtimalle Fadimesini düşünüyordu. Ilk ve son göz ağrısını.- geldigimi fark bile etmedi. Masanin üstündeki sigara paketine elimi uzatınca fark etti beni.
" Herkes birer birer uçup gidiyor be Fatoş " dedi gözleri dolu dolu. " Uçup gidenler şanslı dayı, biz şanssız olanlarız, yasamakla cezalandırılanlardanız. " Dedim sigaramın dumanını üflerken. Dayımdan ses gelmiyordu. Başımı ona doğru çevirdiğimde fark ettim ağladığını. " Unutamıyorum! " dedi. " Unutamıyorum Fatmanur. Gülüsünü, bakışını, kokusunu unutamiyorum. 11 yıl oldu ne yatağıma ne yüreğime başka bir kadın girdi. Hücrelerime kadar işlemişti yengen, yüreğimin Fatih'iydi. Bense yıllardır fethedilmeyi bekleyen Istanbul. O benim sadece kadınım değildi. O benim anamdı, bacımdı, memleketimdi, şiirimdi, sevdamdı. O gidince anasız, bacısız, vatansız, şiirsiz kaldım Fatmanur. Nefes alıp vermek yaşamak değil derdi hep yaşadığı acılardan. Bunu söylerken bana yaşatacağı hiç aklıma gelmezdi." dedi hıçkırıklarını bastırmaya çalışırken. Tutamadım ağlamaya başladım. Dayımın yaraları eşmekte üstüne yoktu. Dayımla ağlaşırken aklıma 17 yaşım, deli çağım, sevdam, umudum gelmişti. Ne de çok sevmiştim onu. ilk göz ağrımdı, ne çok ağrıdı...
Mahalledeki Seda teyzenin yeğeniydi, Istanbul'dan gelirlerdi her yaz. Görmüştüm onu ve Eros o zaman oku saplamıştı bana. Ama sadece bana, ona değil. Git gide ilahlaşan bir hali vardı gözümde. Görebileceğim en yakışıklı erkekti. 2 yıl boyunca 8 defter olacak sekilde yazdım buna aşkımı. Sonra birgün mahalleden bir kıza çıkma teklifi etmişti. Canım yanmıştı çok. Gözümün önünde kikirdeşmeleri vardı beni benden alan. Ilk aşkım, zilli bir kızla sevgiliydi ve ben bunlari defterimi kanatırcasina kalemle kaziyordum; defterimden acı inlemeler geliyordu bazen, "yeter!" diye haykırıyordu. Bense defterime kazımaya, canımı yakmaya, canını yakmaya devam ediyordum. 18. yaş günüme onu da çağırmıştım ve bana okumayı bırak; dalga geçtiğim o vampirli, saçma aşk örgüsünün dolu olduğu bir kitap almıştı. Defalarca okumayi denedim fakat hiç sarmadı beni ama atmadım da. Atamadım. Zaman geçti ben 19 olmuştum ve her yaz olduğu gibi gelmislerdi ve ben dayanamayip 8 defteri ona vermistim, ağzımdan ilk emir gibi "Oku!" tonuyla. Aval aval bakmıştı yüzüme birkac gün ben çıkmadım mahalleye, birkac gün de o. Sonra "Ben de senden hoşlanıyorum" diye başlayan bir aşk hikayesiydi. Daha birkac gün gecmeden bağlanmıştım ona. Sanki görmediğim her an icin gözlerime mil cekiliyordu, yüreğim acıyordu ve birkac gün sonra onlarin gitme düşüncesi beni mahvediyordu. Giderken beni öpmüştü, dudaktan.
-Nemli, kırmızı dudaklari hâlâ aklımda.-
Sonra gitmisti ve sanki sonsuzluğa uğurlamıştım onu. Günlerce toparlanamamıştım. Onun oturduğu banklara oturup ağlamış, günlerce yemek yememiş ve bir ayda 11 kilo vererek iyice çöp gibi olmuştum. Bana sürekli "Üniversitesi için Istanbul'a gel, ev tutariz" diyordu. Dayanamadim, tercih zamanı bölüm ve üniversite fark etmeksizin Istanbul'u yazmıştım. Daha birkac aylık sevgiliydik ama sanki yıllardır berabermişiz gibi hissi. Dayımın "o sadece benim kadınım değildi..." dediği gibi o benim sadece sevgilim değildi. Babamdı, ağabeyimdi, kardeşimdi, sırdaşımdı. Ailemin boşluğunu onunla dolduruyordum.
Ailesinin olmadığı bir gece sürpriz hazırlamıştı bana, yemekler, güller... Geceyi onunla geçirmiştim ve artık onun kadını olmuştum, pişman değildim o zamanlar, evleniriz diyordum. Istemsizce cok bağlanıp üstüne titredigim zamanlarda "Yeter artık senin bu hastalıklı ruhunu ve sevgini kaldiramiyorum!" cümlesiyle başlayan ölüm fermanım ağzından dökülmeye başlamıştı. Gözlerim dolu dolu dinliyordum onu. Sevdiğim adamın bana nefret kusuşunu izliyordum. O an ailemi kaybetmiş kadar yaniyordu canım, sesim bile çıkmadan. Intihar etmem de bu olaydan sonra gelişti. Hastanede gözlerimi açtığımda onu görürüm diye düşünüyordum. Oysa yoktu, o değil hiç kimse yoktu. Canım yaniyordu, akıl sınırlarınızın alamayacağı kadar. Doktorlardan yardım almaya başlamıştım. Doktorumla öpüşmüştüm hatta. Ve doktorum erkek değildi. Okulda hor görülüyordum, uzaktan bakılıp dedikodumun yapıldığını biliyordum. Daha fazla dayamadım eve çıktım kardesimi de yanıma alıp. Aradan dört beş ay geçmeden nişanlandığını duymuştum. Tam unuttum derken böylesi bir haberi almak beni çıktığım o kuyuya yeniden itmişti. Nefes alıp veriyordum ama yaşamıyordum. Ruhumu teslim etmiştim azrailin kollarına.
Hâlâ sızısı durur yüreğimde, sevmek değil ama unutamamak. Insan ilk göz ağrısını unutabilir mi? Bir nevi defterdi hayat, yaşayacağın yıl kadar sayfası olan. Ve defter aynı olduktan sonra yeni bir sayfa açmanın ne önemi vardı? Her yeni sayfa, bir önceki sayfanın izini tasimayacak mıydı beyaz yapraklarında? Her ne kadar silmek istesem de silemeyecektim! Çünkü onlar kazınmışti, sayfalarıma. Yüreğime kazınmış insanlar gibidiyler; kovmak istesem de kovamazdım, günden güne istemsizce bağlandığım şekilde. Aşktır bu sayfalar, geçmişimdir. Ve kardeşim, bazı şeylerin sancısı sonsuz kalır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzün Etkisi
ChickLitAcıyla ilmek ilmek işlenmiş bir şizofreni öyküsüdür bu. "Anestezi uyguluyorum zihnime. Uyuşuyorum! İçime gömülmek, kesilen bileklerimi saklamak gibi bir şey bu... Makyaj yapıyorum, intihar süsü verilmiş umumi tuvalet olarak kullanılmış anılarıma...