Ankara-izmir otobüsünün camından,hayatımın dört senesini verdikten sonra karşılığında beni piç gibi ortada bırakan çocuğa el sallıyorum. Hani böyle her insanın takıntı haline getirdiği,ille o olsun,Brad pitt gelde koluna sümüğümü sürmem dediği aşkı vardır ya, ha işte benimki de buydu.Hep yakışıklı,ilik gibi, zengin, esprili erkeklere baktığım halde, kalkıp dangoz gibi, iki çocuk yemiş de sıçmamış ve o yüzden de kocaman gobekli kalmış, kafasındaki saçların üçte biri döküldüğü halde kalanını jöleye bulamış, hayata dair tek görünüşü fenerbahçe çerçevesinde oluşturmus, üstüne üstlük şehla ve de tek kaşlı, bu kaba saba ayı oğlu ayıya aşık oldum.
Şey gibi işte. ..Böyle DKNY ' nin vitrinlerine bakıp iç geçirdikten sonra, kalkıp aynısı pazarda var diyerek 5 TL ye aldığın penyeler. Kimisi iyi çıkıyor da, bu sefer yanılmışım.
Camdan ona el sallıyorum, burnumu cama yaslayıp geri zekalı kız komiklikleri falan yapıyorum... dört sene boyunca dört bin kez ayrılmıştık ve her ayrılığımızda aynı şeyden şikayet etmiştim: " ilişkimiz güzel olmadı, bari ayrılığımız güzel olsun. " Tabii bunun bir bahane olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ayrılıyorduk, sonra bakıyordum ki aramak için bahanem kalmamış, hoop bu lafı mesaj atıyordum. Sonunda oturduk, mantıklı mantıklı düşündük olmayacak bu iş, bari bu kez gerçekten güzel bitsin dedik. Ben izmir'e dönmeye karar verdim, o ise hayatına devam etmeye... Güzel ayrılık adını verdiğimiz bu salak saçma şeye öyle bir kaptırmıştım ki kendimi, "inince ara beni" diye işaret yapana kadar kendim deydim. İşte ondan sonra benim film kopuyor!
Bir ağlamaya başlıyorum ki, allahım sanki çocuğumu kesiyorlar. Bütün otobüs bana bakıyor fakat umrumda değil. Otobüsün kalkmasına beş on dakika var yok, koşarak aşağıya inip yanına gidiyorum "gitmeme izin verme" diye çocuğun boynuna yapışıyorum. O ağlıyor, ben Ağlıyorum... ellerimle yüzünü kavrayıp, gözlerine bakıyorum. O yüzü bir daha hiç göremiyeceğim. Sanki hiç organlarımı kesiyorlar, öyle bir acı çekiyorum ki. Öl dese ölecek kadar seviyorum onu.
Kendimi hep onun karısı olarak hayal etmiştim... Bir gün düzelecek ve beni gerçekten sevecekti. Ama olmadı, o hiç düzelmedi ve beni umduğum gibi sevemedi hiç. Şimdi karşımda ağlıyor. Bana, "gitme,yeniden başlayalım,"dese, kendimi biliyorum, gitmem. Ağzının içine bakıyorum o lafı etsin diye. O ise karı gibi ağlıyor. Kimsenin sesini duymuyor,kimsenin yüzünü görmüyorum.
Sanki etrafta birtek o var. Bir son dakika kararı vermek zorundayız. Hani filmlerde olur ya;son saniyede adam "gitme!"diyince, esas kızla oğlan mutlu mesut bir hayata adım atarlar. Önceki elli milyon kez denemişliğimizden biliyorum ki, bu son kararlar filmlerdeki gibi olmuyor, ama yine de istiyorum ki desin bana: "gitme Mira".
Üniversitenin daha birinci senesinde, sınıfa girdiğim anda fark etmiştim bu çocuğu. Tek kaşlıydı falan ama böyle güzel, içten bir gülümseyişi vardı. Sonra nasıl oldu, nasıl bitti anlamadan (sanırım kaşlarının ortasını alınca), biz bununla hop sevişmeler, öpüşmeler derken, ciddi bir ilişkinin içerisinde bulduk kendimizi. İlk üç dört ay her şey gayet sıradandı. Sonra bu çocuğun içine bir öküz kaçtı, bir daha tövbe Allah çıkartamadım o hayvanı.
Dayak mı dersin, kıskançlık mı, küfür mü, çapkınlık mı,ilgisizlikle fazla ilgi sırasında dengeleri bozması mı, yani bir ilişkide olmaması gereken ne varsa, bizim ilişkimizde vardı. Ve ben, bildiğin düz, hayvansal bir aşkla baģlıydım bu çocuğa ... gel desin, Mira bebenin ayaklarını yıkar; git desin, kapının önünde gel demesini bekler. Böyle ezik bir kız olmuştum. Kafama aldığım darbelerden dolayı dayağa da alışmıştım... hatta üç gün vurmada bana, başkası var mı lan diye düşünecek kadar beynimi kullanamaz hale gelmiştim.
Sonra bizim okul bitince, her üniversite çiftin başına gelen "ayrı şehirler" durumu başladı. Tabii bu sırada ilişkim piç oldu, her gün kavga dövüş kıyamet Allaaaah. Ay kalbim daralıyor hatırladıkça bak. Bir akşam çocuk bana dedi ki, "uzun mesafe ilişkisi yürümüyor" aslında ayrılmak istediğini söylemeye çalışıyordu ama ben o salaklıkla bunu, "kalk gel buraya" diye algılamıştım. O gece sabaha kadar düşündüm. Sonunda, işi her zaman bulabilirim, ama onu asla diyerek, pılımı pırtımı toplayıp Ankara'ya yerleştim. Orada burada iş güç ayarladım,genelde onların evinde yaşayarak bir sene kaplumbağa gibi dolandım durdum. Ardından nişanlandık; benim ailemden kimsenin siklemediği,hacılarınkine benzeyen gümüş yüzüklerimizin takıldığı bir ambiansta gerçekleşti olay.
Yüzüğü ne kadar taktın diye sorarsan, en fazla 7 gun. Zatenbo yüzük dört beş defa değişti. Biri balkondan aşağıya atıldı, biri klozette yüzdü, birini kafasına attım, en sonuncusunu ise eline vermiştim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZLUK
ChickLitDÜNYALARI PAYLAŞMAK için İÇLERİNİ BOŞALTMAK için YALNIZ OLMADIKLARINI HİSSETMEK için İNTİKAM için SEVİLMEK için KÜFRETMEK için ANLAŞILMAK için ÖFKELERİNİ KUSMAK için İTİRAF ETMEK için YAZILAN BİR HİKAYE. . .