BÖLÜM 5 - PUSLU İHANET

38 4 7
                                    

   Boşluk. Koca bir boşluktaydım. İlk kez annem bizi, -babam ve beni- terk ettiğinde böyle hissetmiştim. Annemi anımsatmasına kızdım, bizi terk etmiş olabilirdi fakat nihayetinde benim annemdi. Dokuz ay olmasa da o da beni bir süre karnında taşımıştı, anne anneydi kızılamazdı, bağırılamazdı, küs kalınamazdı sonuçta anneler çocukları için en iyisini isterdi.

   Gözlerimin yanmasını durdurmak için kırpmayı akıl ederek kolunu serbest bıraktım. Kemeri tekrar takarak silahlarını yerine koydu, bense sadece onu izliyordum. Uzaktan çıkaramadığım bir ses geliyordu ya da ben kafamda kuruyordum.

"Bir şey demeyecek misin?" dedi silahımın emniyetini kapattı. Parmağında bir tur döndürüp bana uzattı.

   Silahımı aldım ardından arkamı dönüp gidecekken karşıma geçti. Ses büyüyordu. "On beş yıl. On beş yıl geçti ve sen hiçbir şey demeden öylece gidiyor musun cidden?" Sinirlenmeye başlıyordu. Sesimi duyup duymadığını umursamayarak konuştum. "On beş yıl-" Arkadan çok büyük bir patlama sesi geldi.

   Arkamı dönüp onu göğsünden ittirip köşeye çektim. "Mermilerim bir tanka isabet etmiş olmalı." dedim kalbimin deli gibi atmasına aldırış etmeden. Sağ elim göğsüne değdiğinden beri altındaki canavar rahat durmamıştı. Bunun patlamayla alakası olmadığından emindim. Sol elini belime götürdü, hafif ürperdim ama belli etmedim sonra elini çekip kan olup olmadığına baktı, elinde bir şey görmeyince rahatladı ve elini tekrar yerine koydu. "İyi misin?" Kafamı salladım.

 "Çıkmamız gerek, doluşurlar şimdi."

"Ah, evet."

   Ondan uzaklaştığımda eli kenara düştü ve kokusu kayboldu, bir anda arkamdan koşma sesleri gelince arkama bile bakamadan ellerimi tuttu ve yükseldim, kafamı indirdiğimde beni omuzlarına çıkardığını gördüm. Gülüşüme engel olmaktan vazgeçtim. 

"Hey, ayaklarım pis, gömleğin kirlenecek çabuk indir beni!" dedim.
"Bırak, kirlenecekse senin ayaklarınla kirlensin." dedi sırıtarak, vücudum ısındı. 

   Geldiğim yolun aksi yola gittiğimizde itiraz etmedim. Omuzlarında beni taşırken hiç zorlanmış gibi görünmüyordu, hastanenin kestirme yolundan çıktığımızda beni bulmamaları için neredeyse yere kapanıp dua edecektim. Biraz yürüdükten sonra bir araba fark ettim uzaktan, arabanın içindeki tek çocuk, onu gördüğü andan itibaren sevinçle ayağa kalktı ve arabanın kapısını açmaya çalıştı. Ancak kapı kilitli olduğu için dışarı çıkamadı, Şafak'sa hiç kimse yokmuşçasına geçip yürüdü, çocuk da yerine sinip koltuğa oturdu. Az önce olanları sadece ben görmüş gibi hissediyordum. Şafak, biraz daha yol gittiğimizde ellerimi bırakarak ayak bileklerimi tuttu, bacaklarımı tutmamıştı.
   Ayakları durdu, bir şey sezmişti ama bana hiçbir şey demeden beni omuzlarından indirdi.

 "Yürüyebilecek misin?" dedi.

"Yoruldun değil mi, yürürüm ben."  Yolun sağını ve solunu şüphe çekmeyecek şekilde kontrol ediyordu ve yüzü ifadesizdi, ne düşünüyordu kim bilir? 

"Güzel, gel bakalım." Elini sırtıma koyarak beni yönlendirdi, kuytu köşede bir mağazaya gelmiştik. Bana birkaç parça kıyafet aldık ve tabii ona da. Bir kere bile gömleğindeki kire bakıp tiksinmemişti, bense utançtan yerin dibine girmiştim. Mağazadan çıktıktan sonra oraya yakın bir otelde duşumu da almıştım. Kendimi gerçekten insan gibi hissetmiştim şimdi, ayakkabılarımı da giydikten sonra Şafak'ın yanına gitmek üzere aşağı indim. 

   Hole geçerken gözlerim kocaman açıldı, işte bunu beklemiyordum. Şafak burada olmasına buradaydı da beni tek beklememişti anlaşılan. Beni kaçıran adamlar eksiksiz hatta fazlasıyla karşımda duruyorlardı, ellerinde ve bellerinde olduğunu tahmin ettiğim silahları saymıyordum bile. Şafak, onlara işaret vererek çıkmaları gerektiğini söyledi.

INNA FINEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin