Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Hande şiddetli bir baş ağrısıyla kapalı olan gözlerini daha da kırıştırıp sımsıkı bir şekilde kapattı. Ağzındaki alkolden kalan metalik tatla yüzünü de beraberinde buruşturdu. Sırtüstü yatıyordu. Sağ kolu boylu boyunca yatağın sağındaki yastığın üzerinde olduğundan dolayı ilk başta normal bir şekilde kendi odasında uyandığını düşündü fakat bu düşüncesinin hemen sonrasında aklında dün geceki görüntüler canlanınca içini garip bir ürperti sardı. Dün gece Zehra'yla bir birliktelik yaşamışlardı ve o, bu sabah Zehra'nın odasında, onun yatağında yalnız başına mı uyanıyordu?
Elini belki yanılıyor düşüncesiyle üzerinde duran yastığın üzerinde yukarıdan aşağı doğru kaydırdı. Belki de Zehra daha aşağıya doğru kıvrılıp uyumuştu?
Korku ve içindeki mide bulantısını daha da katlanılmaz hale getiren aşağılanmıştık duygusuyla gözlerini açıp gerçeklerle birebir yüzleşmekten çekiniyordu. Sağ elinin parmak eklemleri yatağın dokunulmamış, sakininin onu çoktan terk etmiş soğuk yüzeyinin üzerinde dolaştığında Hande karşılaşacağı kaçınılmaz sondan daha fazla kaçamayacağını kabullenerek gözlerini açtı. Gözlerinin önüne ilk açılan manzaradaki beyaz tavan sanki ayna olup ona yatağın diğer boş kısmını gösteriyordu. Hande, yatakta tek başına olduğunun farkındaydı. Yatakla paralel olan kapısı açık duran banyo da bomboştu, yağmurlu ve fazlasıyla sıcak geçen gecelerinden geriye kalan açık pencereden odaya dolan sokak sesi de onun odada tek başına olduğunun en bariz kanıtıydı. Zehra'nın uyurken en ufak bir sese bile tahammülü yoktu. Otobüs yolculuklarında uyumaya çalışıp yolun ve otobüstekilerin sesinden uyuyamadığı zamanlarda sürekli ağlama nöbetleri geçirdiği için ona bizzat kulak içinde duran ve ses geçirmezlik özelliğiyle tasarlanmış özel bir kulaklık tasarlatıp hediye ettiğini daha dün gibi hatırlıyordu.
Sırtını yataktan kaldırarak doğruldu. Hala yatağın sağ kısmına bakmamayı sürdürüyordu. Bakış açısına giren tüm kadrajdan zaten odanın halini istemese bile görebiliyordu. Yatağın bomboş kalan kırışmış sağ tarafı ona geceyi yalnız geçirmediğini söylese de bir o kadar da sabaha yalnız uyandığını da acı bir şekilde hatırlatıyordu.
Uzun bacaklarını yatağın üzerinden çekerek yere bıraktı ve sırtını tamamen yatağın görmek istemediği kısmına dönerek kafasını önüne eğdi. Gözlerini baş ağrısından dolayı sımsıkı bir şekilde kapatarak avuç içlerini kırıştırdığı her bir yüz hattının üstüne bastırıp elleriyle yüzünü yukarı aşağı ovdu ve ellerini saçlarının üzerinden geçirerek ensesine doğru götürüp orada sabit tuttu. Nihayet kafasını kaldırıp önündeki perdesi rüzgardan hafifçe salınan açık pencereye bakabildi. Kafasında her şeyi ama aynı zamanda da karmakarışıklıktan dolayı hiçbir şeyi düşünmediği bir buhran içerisindeydi. beynindeki sesler susmuyor, hızla yere dökülen fotoğraflar gibi sürekli değişen görüntüler de bulanan midesini daha da bulandırıyordu.
Hızlı hareket etmemeye çaba gösterse de yine de yavaşlıktan uzak bir şekilde ayağa kalkarak yerdeki ortalığa saçılan kıyafetlerini topladı. Onları teker teker üzerine geri giyerken yavaşça odanın sağ köşesinde duran tuvalet masasının önüne geçerek aynadaki yansımasına baktı. Dağılmış ve bitkin bir haldeydi. Aldığı yoğun alkolden dolayı göz altları hafif torbalanmıştı. Muhakkak aşağıdaki takımla beraber yapacakları kahvaltıya inmeden önce kendi odasına geçip hızlı bir duş alması gerekiyordu ancak bunu yapacak güçte değildi.
Bakışları yavaşça aynadaki asla onun her zamanki düzenli ve sağlıklı haline benzemeyen görüntüsünden yavaşça kayarak tuvalet masasının üzerine indi ve oradaki tarağın üzerinde duran kumral saç tellerine ilişti. Sağ elini uzatıp işaret parmağını tarağın dişlerinin üzerinde gezindirdi. Dokunduğu saç tellerini gece boyunca ellerinin avuçlarının arasında nasıl hissettiğini hala da hissedebiliyordu. Sanki tüm vücudu uyarılmış bir şekilde hassaslıkla gece boyunca teninin üzerinde dolaşan dokunuşları hatırlıyordu. Hala ona dokunuyormuşçasına...
Hande, elini hızla geri çekerek bakışlarını da tarağın üzerinden çekip banyoya yöneldi ve yüzüne birkaç avuç dolusu soğuk su çırptıktan sonra bu sefer de banyodaki aynaya baktı. İçten içe yaşadıkları şeyi unutması gerektiğini, bunun bir hata olduğunu ve Zehra'nın bu durumdan kaçtığını, kabullenmek istemediğini, hiç yaşamamış gibi saydığını tekrarlayıp duruyordu. Hal böyleyken, o da melankolik davranıp durumu daha da zorlaştırmayacaktı. Sonuçta milli takım sezonu henüz kapanmamıştı ve en az bir buçuk ay daha Zehra'yla birlikte aynı sahayı paylaşacaklardı.
Ellerini lavabonun köşelerinden ayırarak tüm ıslaklığıyla saçlarının arasından geçirip yine sabah uyandığındaki gibi ensesinde tuttu ve gözlerini kapatarak boynunu sola ve sağa yatırıp tüm yaşananların yorgunluğunu unutacağına söz verdi...
Yüzündeki ıslaklığı kurulamamıştı bu yüzden de Zehra'nın odasından çıkıp boş koridorda asansöre doğru yürürken yüzünden akan damlalar çenesine ve boğazına doğru süzülüyordu. Botlarının sesi bordo renk koyu halıya rağmen koridorda yankı yaparken hızlıca asansör önüne geçip düğmesine bastı ve zaten bir kat üstte olan asansör aşağı doğru indiğinde sol elinde tuttuğu deri ceketini sırtına geçirdi.
Kapılar açıldığında asansöre binip tam karşısındaki boy aynasına baktı. Daha iyi görünüyordu. Göz altındaki torbaları yüzünü soğuk suyla yıkadıktan sonra tamamen kaybolmasa bile yine de toparlanmıştı. Yüzü öfkeden yada beynindeki tüm o kargaşa, kalbindeki hüzün, utançtan olsa gerek sağlıklı yüzünden daha fazla pembemsi renkteydi. Saçları ıslak ve arkaya taranmış, tane tane ayrılmış gibi dağınık bir şekilde sırtına, omuzlarına dökülürken söz dinlemez uzun kâkülleri de yüzünün sağ ve sol çevresinde ıslak bir şekilde duruyordu. Sanki hala dün geceki yağmurdan çıkmış gibiydi.
Asansör lobiye indiğinde kapılar açılmadan önce gözlerini son bir kez pişmanlıkla kapattı. Keşke gerçekten de dün geceye geri dönebilseydi. Eğer olanları değiştirme şansı olsaydı dün gece otele yalnız dönmeyi, o yağmurda yalnız yürümeği ve odasına geçip uyumayı dilerdi.
"Ooo Baladın Hazretleri bu nasıl bir tarz fiyakan batsın be kardeşim."
Ebrar, salona girer girmez açık büfeden aldığı tabağıyla birlikte o yürürken etrafında dönüp dalgayla ıslık çalmaya devam etti.
"Hay aksi," dedi Hande içinden çünkü aslında bu kadar fark edilmeyi istemiyordu, en azından bugün değil, bu sabah değil... Fakat yine de durumu değiştiremedi. Tüm takımın beraber kahvaltı edecekleri uzun dikdörtgen masanın boş kalan tek sandalyesinin arkasında durduğunda masadaki tüm yüzler ona dönüktü. Neredeyse tümü... Tam karşısında oturan bir kişi hariç herkes ona bakıyor ve onunla konuşuyordu.
"Günaydın, arkadaşlar," dedi hepsini teker teker selamlamak yerine ve sol eliyle Simge'nin yanındaki boş sandalyeyi çekerek karşısındaki kişiye bakmamaya gayret gösterip yerine oturdu. Başka yer yokmuş gibi neden Simge'nin ona yer tutacağını bildiği halde geçip de tam karşıya oturmuştu ki?
Sabah kendi odasından hırsız gibi kaçan, masaya gelmesine rağmen onunla selamlaşmaktan bile çekinen, yok sayan o değilmiş gibi niyeyse oturduğu sandalyenin onun için boş kaldığını bildiği halde masanın başka bir tarafına oturmayı seçmemişti. Olsun, diye düşündü içinden. O nasıl istiyorsa öyle olsun ancak bir tek onun istekleri ve düşünceleri önemli değildi. Kendisi de nasıl istiyorsa öyle olacaktı. Bu saatten sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Eski Hande Baladın'la vedalaşma vakti gelmişti artık. En azından Zehra Güneş için...
Evet arkadaşlar kurguyu nasıl buldunuz?
Gelelim en sevdiğim soruyaaaaa tahminleri olan var mı? Sizce Zehra neden böyle bir şey yaptı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renkli Rüyalar Otelinde |gxg | hanzeh
ChickLitKısa bir kurgu olacak, keyifli okumalar