10

25 7 16
                                    

“ibnelerle anlaşma yapmıyoruz sanıyordum.” arkamı dönüyorum. jia her şeyden habersiz, yanında uyuyan min jun’u izliyor. kimseye zararları yok. birilerine zararı olan benim.

oflayarak önüme dönüyorum. “beni sorgulamayı kes.”

“jiwooyla ders çalışmak zorunda değilsin. choi su ho’ya istemediği bir şeyi yaptırmak bu kadar basit mi? bu işi halledebilirsin. bu işi ben bile halledebilirim, neden bunu yapıyorsun?”

günlük bozuntusunu açıp kafamı sıraya yaslıyorum. bunlar cevap vermek istediğim şeyler değil. karalıyorum gelişigüzel. günlüğü kapattığımda woojin çoktan önüne dönmüş, derslerle ilgileniyormuş gibi yapıyor.

kafamı uzatıp ona bakıyorum. kalemin ucunu dudaklarına dayamış, gözüme ilk defa farklı gözüküyor. garipseyerek önüme dönüyorum. dünya kafamda bir karmaşaya dönüyor, uğruna savaştığım şeyler gözümde küçülüyor.

ders bitiminde kimseyle konuşmadan çantamı alıp çıkıyorum. bir çocuk yanıma gelip bana özürler yağdırıyor, kim olduğunu bilmiyorum. öylece geçip gidiyorum. her an bayılacakmış gibi hissediyorum. aklımda ne döndüğünü söylemek zor.

kütüphanede rastgele bir yere oturuyorum, okul bittiği için kimse yok. pencere kenarı hoş geliyor. elimi telefona uzatmışken kapı açılıyor. bekletilmeyi sevmediğimi öğrenmiş olması gerek. “benimle ders çalışmak için can atıyorsun galiba.”

bu sözleri söyleyecek cesareti nereden buluyor? “bu sefer gerçekten ders çalışmalıyım. sen de istediğini yap.” yüreğe bak.

“hayır.” diyorum. “bana da anlat.”

şaşırıyor. “ders mi dinlemek istiyorsun?”

“evet.” diyorum. ben ne yapıyorum? çantamdan matematik kitabını çıkarıyorum. kim sokmuş onu çantama? gelişigüzel bir konuyu açıyorum. “bu konuyu anlat.”

şaşırarak anlatmaya başlıyor. türev midir nedir, hiçbir bok anlamıyorum. ama sorunun çözümünü göstermek için kitabı kendine doğru çektiğinde yüzlerimiz yakınlaşıyor.

bir şeyler oluyor içimde, önemsemiyorum. bu çocuk yüzünden ders çalışıyorum. sinirliyim ona. bunu unutmamam gerek.

soruyu çözerken gözüm bileğine takılıyor. çürükler oluşmuş, hâlâ acıyor olmalı. neden bunu düşünüyorum? neden bunu yazıyorum, bilmiyorum.

parmakları düzgün, boyuna oranla uzun. onu hiç bu kadar yakından incelememiştim. işin gerçeği, hiç incelememiştim.

silgiye çarpan eli yere düşürüyor. ne olduğunu anlamıyorum, ikimiz de yere uzanırken kafalarımız birbirine çarpıyor. acıyor olmalı, sızlanarak kafasını tutarken yere düşüyoruz. reflekslerim kuvvetli olduğu için bir elimi sırtına diğerini yere koyuyorum, böylelikle ağırlığım ona yük olmuyor.

yine de karınlarımız birbirine değiyor. o şaşkınlıkla bana bakarken ben yine onu incelemeye devam ediyorum. şiddetle inip kalkan göğsü benimkine temas ediyor. duş jelinin kokusu burnuma doluyor, portakal.

dudakları dolgun, çoğu kızınkinden daha güzel. neden hiç bilmiyorum, uzanıp onu öpüyorum. içimde bir şeyler yanıyor, bu harinle öpüşmeye hiç mi hiç benzemiyor.

jiwooyla aramda hiçbir şey yok ama içimde bir duygu oluşuyor. beni çiğ çiğ yiyip bitiren bir duygu bu. ve buna dur demek imkansız. dudaklarım onunkilerin üzerinde hareket ediyor.

çok değil. tüm bunlar saliseler sürüyor. elini boynuma koyup beni üzerinden ittiriyor. kitaplığa tutunup ayağa kalkıyor. ikimiz de soluk soluğayız, anlam veremiyorum. yüzüne bakmaya çalışıyorum ama o asla kaldırmıyor yüzünü.

bir şey yapmama fırsat tanımıyor, kitabını çantasına koymak için bile beklemiyor. ikisini de kucağına alıp hızlıca çıkıyor kütüphaneden. etrafıma bakınıyorum, ellerimi saçlarımda gezdiriyorum. yok, bu sorunun bir cevabı yok.

bana ne oluyor?

side effect | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin