Bölüm 1

1K 39 30
                                    

SALTANATTAN 19 GÜN ÖNCE

Şafağın ardından sadece birkaç dakika geçmişti. Güneş yavaş yavaş yüzünü gösterirken Anadolu beylerbeyi uyandırılmış, alelacele kendisi ile görüşmek isteyen bir ulağın haberi ile bir düzine adamıyla yola çıkmıştı. O günden beridir de yollardaydılar.

Beylerbeyi, adamlarıyla birlikte günlerdir son sürat, aralıksız atlarını sürüyordu. Güneş ise kendini bir gösteriyor bir kayboluyordu. Bu sabah ise güneş hiçbir yerde saklanmamayı kafaya koymuş gibiydi. Gökyüzünde hiç bulut yoktu ama sanki yağmur yağacakmış gibi insanı boğuyordu. Sabah rüzgârının yumuşak dokunuşu ölümün dokunuşuydu adeta; nefesi tüm topraklarda kol geziyormuş gibiydi. Ara ara gördükleri kargalar ise uğursuzca ötüyor, olanları ve olacakları tüm dünyaya haykırıyordu. Yollarda pek insanda görmemişlerdi veya fark etmemişlerdi. Fark edecek durumları da yoktu zaten, çünkü tüm güçleri ile en kısa sürede ulaşmaları gereken bir yer vardı. Anadolu beylerbeyi, tüm yol boyunca kendisinin ve oğlunun geç kalmamasını umuyordu. Aksi durumda büyük bir felaket kendilerini beklemekteydi.

***

"Şifalı otları toplar toplamaz dönerim Şehzadem. Siz de daha önce söylediğim gibi, önce temel bitkiler kitabını bitirin."

"Zaten az bir kısım kaldı. Siz dönmeden önce biter Lala... El-Razi'nin El-Havi kitabına geçebilir miyim?"

Bedrettin hoca başındaki sarığı düzeltip, heybesini boynuna astı. Karşısındaki genç şehzadeye baktı. Boyu neredeyse kendi boyuna yaklaşmıştı. Buğday sarısı saçları ve gökyüzünden bile mavi, olağan dışı renkte gözleri vardı. İsminin anlamını gözlerinde taşıyan biriydi. Çocukluktan çıkmaya başlayan yüzünde olgun bir ifade yerleşikti. Sol kulağında gümüş halka bir küpe vardı. Küpede çok küçük yazılarla İslamiyet'te var olan 7 büyük günah yazıyordu. Genç şehzade büyük günahlardan kaçınmak için bunların kulağına küpe olmasını istemiş, 10 yaşından beride küpeyi takmaya başlamıştı. Öğrenmeye her daim hazır olan genç şehzade şimdi de heyecanlı bir şekilde kendisinden onay bekliyordu. "Siz hekim olmak için yetiştirilmiyorsunuz. Ben sadece temel bazı bilgileri öğretiyorum ki gerektiğinde bu bilgiyi kendiniz ve etrafınız için kullanabilesiniz. Yoğunlaşmanız gereken başka konular yok mu?"

Genç şehzade derin bir iç çekerek hocasını onayladı. İçinden bu konuyu tartışmak geliyordu ama karşısındaki onun lalasıydı ve önemli, bilge bir âlimdi. Babası âlimlere karşı hürmet göstermesi konusunda sık sık tembihlerde bulunurdu. O'da bu nasihate uyuyor ve saygısından karşı çıktığı konularda bile lalası ile tartışmıyordu. Zaten şu an vakitte yoktu. Hem nasıl olsa her fırsatı bulduğunda bu konuda onu dürtmeye devam edecekti, ta ki istediğini elde edinceye kadar. İstediğini elde etme konusunda da fena değildi. Genç âlim sevecen bir tebessümün ardından yola revan olurken genç şehzade de hızla odasına döndü. Raflardan birinden bitkilerle ilgili bir kitap alıp, okumaya başladı. Odasının dört bir yanı raflar ile doluydu. Bir rafta fen ilimleri ile ilgili kitaplar, bir diğerinde ise İslami kitaplar vardı. Gerisi ise şiir defterleri ve musiki parşömenleri ile dolu idi. En sevmediği sonuncu rafta devlet idaresi konusunda kitaplar vardı ve her şehzade gibi en yoğun çalıştığı kitaplar bunlar idi. En küçük şehzade olarak, kendisinden önce iki ağabeyinin olduğu gerçeğine bakarak, asla padişah olarak tahta çıkmayacağını, sessiz sakin bir şekilde kendini dini ve ilmi konulara adayarak yaşamını tamamlayacağını düşündükçe, bu kitaplara çalışmasının saçma olduğunu düşünüyordu. Sancak beyi dahi olmayı istemiyordu. Devlet yönetimi insanı geren ve büyük sorumluluk gerektiren bir işti. Ve düşünülenin aksine, padişah olmak-Devlet-i Ali Osman gibi bir devlette- altın bir kafese girip, özgürlüğünü kaybetmekti onun için. Adaletten şaşmadan, kimseye ufacık haksızlık yapmadan, kendini halkına adayarak yaşamını sürdürür ve ölürsün. Ailenle bile az vakit geçirmek demekti iktidar olmak. Bu işi yapanın ailesi olmamalıydı. Aksi durumda eş ve çocuklar hep yolunu gözlerlerdi hünkârlarının. Aylar hatta mevsimler süren seferler ve devlet işleri yüzünden babası ile istediği kadar vakit geçirememişti. Şimdi ise payitahttan uzakta Konya Sancak beyliği görevini yerine getiriyordu. Babasının onu sevdiğini bilse de ona kızmadan edemiyordu. Etrafındaki insanların onun için zekâ küpü, yaşından olgun ve bilgili gibi yakıştırmalarından nefret ediyordu. Çünkü bu onu olduğundan daha büyük gibi gösteriyor, bu da artık ondan daha büyük sorumluluklar beklendiğini gösteriyordu. Oysa 15 yaşında bir genç olarak hayalini kurduğu çok farklı bir hayat vardı. Lakin bir gerçek vardı ki artık büyümek zorundaydı. Bu yüzden de her şehzade genç yaşlarda sancağa çıkıyordu; hayata erken hazırlanmak için.

Sultanların Günlüğü- Ay ve Güneşin Saltanatı- (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin