Bölüm 3

255 19 10
                                    

"Güneş gibi parlıyor."

"Sap sarı değil mi?"

"Ondan değil hocam... Parlıyor işte. Babam gökyüzüne benzer gözleri olduğunu söylemişti, merak ediyorum."

"O yüzden mi bekliyorsun?"

"Evet!"

"Ahaha"

Gökhan küçük kız kardeşinin sesini duyuyordu. Cennetten ona sesleniyor gibiydi ya da sadece rüya görüyordu. Üzerinde bir ağırlık hissettiğinde bunun her ikisi de olmadığını anladı. Yavaş yavaş gözlerini açtığında bir çift parıldayan kahverengi gözle karşılaştı. Kumral saçları tepesinden maydanoz gibi toplanmıştı. Nispeten beyaz tenli bir kız çocuğuydu bu. Hayran kalmış bir şekilde kendisine bakıyordu. "Allah'ım! Babam haklıymış! Allah gökyüzü senin gözlerinde yaratmış."

"Ne?" Daha önce gözleri hakkında çok iltifat duymuştu ama böylesine bir iltifat ile ilk kez karşılaşmıştı. Doğrusu çokta hoşuna gitmişti. İster istemez kendini gülümsemekten alıkoyamadı. "Gamzeleri de var!" diye bağırdı küçük kız sevinçle. Bedrettin Efendi de Gökhan gibi gülmeye başladı. "Gülüşün de çok güzel!"

"Ayça!" Küçük kız irkilerek kapıya baktı. Tulpar Bey eşikte durmuş kızına kızgın gözler ile bakıyordu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" Hızla yatağa gidip küçük kızı şehzadenin üzerinden indirip elinden tutarak dışarı çıkardı. "Bir daha şehzade dâhil kimsenin üzerine böyle çıkma!"

"Niye? Namusuna zarar mı veririm!"

"Bak şuna!"

"Of!" Ayça babasına kızgın bir bakış atıp ayaklarını yere vurdu ve oradan uzaklaştı. Tulpar Bey bıkkın bir iç çekti. Bu kız büyüdükçe hâkimiyet altına alınması daha da zorlaşmaya başlıyordu. Dahası bazen öyle laflar ediyordu ki ne diyeceğini şaşıyordu. Ayça en küçük çocuğu ve tek kızıydı. Küçükken de ölümcül bir rahatsızlığı olmuştu. O zamandan beride üzerine düşüyordu. Hali ile biraz şımarmıştı. Bir erkekten daha yaramaz ve baş belası olabiliyordu.

"Çok şirin bir kızınız var beyim." Bedrettin Efendi gülerek.

"Teşekkürler hocam. En küçük ve tek kız çocuğu olmasının tüm imkânlarından yararlanıyor işte." Tulpar Bey odanın kapısını kapattıktan sonra sıkıntılı bir şekilde şehzadenin yanına yaklaştı. Bedrettin Efendinin yüzüne baktı. Gözleri ile ona bir ileti göndermişti. Genç lala anladığını gösteren bir baş hareketinden sonra şehzadeye döndü. "Şehzadem, bildiğiniz gibi Sultan Orhan Han hakkı rahmetine kavuştu." Şehzade Gökhan bir tepki vermedi. Zaten bildiğini bildikleri bir şeyi onaylamanın manası yoktu. Asıl önemli olan arkasından gelecek açıklamaydı. Kendini hazır hissediyordu, kötü şeyler duyacağını biliyordu ama inanılmaz derecede güçlüydü. "Amcanız Şehzade Reşat babanızın ölümünden sonra tahtı ele geçirdi."

"Anlamadım?" Gökhan duyduklarına inanamıyordu. Amcası Diyarbekir sancak beyiydi. Babası tahta çıktıktan sonra geleneklere uymamış, ağabeyini hayatta bırakmıştı. Zaten amcası da babası tahta geçtikten sonra onun iznini almadan payitahta gelmemişti. Sadece bir kez babalarının cenazeleri için gelmişti. Cenaze sonrası hemen geri dönmüş ve sessiz sedasız yaşamını sürdürmüştü. Demek bunca zaman tahta geçmek için babasının ölümünü bekliyordu. "Tahta geçtikten sonrada şehzadelerin ölüm emrini verdi. Payitahttaki sadık adamlarımız bize haber gönderdi. Biz de olabildiğince hızlı bir şekilde yola koyulduk."

"Konya'ya gelip beni kurtaran siz miydiniz?"

"Evet şehzadem."

"Sizin en hızlı at sürücüsü olduğunuzu duymuştum. Keşke beni değil de ağabeyimi kurtarmaya gitseydiniz." Tulpar Bey cevap vermek istedi ama uygun bir zaman olmadığını düşünüp susmakla yetindi.

Sultanların Günlüğü- Ay ve Güneşin Saltanatı- (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin