Lüks restorant da masaların arasında yürüyordum. Ortadaki masada oturmuş beni bekleyen Eunwoo'ya baktım. Beni görünce gülümseyip ayağa kalktı. "Hoşgeldin Lisa." Gülümsemine karşılık verdim. Sandalyemi çekti ve oturmamı sağladı. Ardından karşımdaki koltuğa oturdu.Buraya bi cesaret çıkıp gelmiştim ve pişmandım.
"Nasılsın?" diye sordu. "İyiyim, sen?" Sesim soğuk çıksada gülümsemem onu bastırabiliyordu. İyi rol yapardım.
İyide yalan söylerdim. Biliyordum, buraya hiç gelmemeliydim. Bir kızım vardı ve öldü diye bildiği yaşayan babası. Altı sene, altı senelik bir yalnızlığım vardı. İçimde eksik bir parça vardı, eksik ve büyük bir parça. Doldurmaya çalışıyordum ama imkansızdı.
Buraya sıradan bir kadın gibi oturdum ve karşımdaki adamla arkadaş olarak kalkacağım, başka hiçbirşeyim olamaz.
"Ne yemek istersin? Ne seçeceğini bilemediğim için söylemedim." Önümdeki menüye baktım. Aç değildim ve canım hiçbirşey çekmiyordu. Yersem kusabilirdim hatta. Ama beni böyle bir yere çağırarak büyük bir nezaket gösterirken yemek yememezlik yapmamalıydım. Zorlasam iki lokma yiyebilirdim. "Ben sadece salata alayım." dedim. Şuan yiyebileceğim tek şey oydu.
Kaşları çatıldı. "Sadece salata mı?" diye sordu. "Salata yemeyi tercih ediyorum, genelde akşam yemek yemem. Sen bana takılma istediğini al." Başını sallayıp nefes verdi. "Peki." Menüyü kapatıp masaya geri bıraktım. Gerçekten akşam yemeği yemezdim. Hatta bir ara kemiklerim sayılırdı.
Masanın yanına gelen garsona yemekleri söyledi. Garson yemekleri not alarak masadan uzaklaştı. Başımı ona çevirdiğimde oda bana baktı. Gözlerim sürekli beyaz masa örtüsünde geziniyordu, dalıp gidiyordum. Zihnimdeki tüm cümle ve kelimeler içinde boğuluyordum. Kimisi farklı birşey tekrarlıyor, yap bunu diyor. Kimisi çık git diyor. Ortada kalmıştım ve hayatımda hiç bu kadar çaresiz hissedemiyordum.
"Bi kızın olduğunu duydum." dediğinde tekrar ona döndü yüzüm. "Evet, bir kızım var, ismi Jane." Bir kızım var, ona sürekli yalan söylüyorum.
"Birgün tanışmak isterim." dedi gülerek. "Onuda getiririm bir ara."
Ben konuşurken yüzüme bakmıyordu. Koluma bakıyordu. Bileğimin üzerinde toparlanmış elbisenin koluna. İz kalmış yaralara.
Kelimelerin arkasından sürgülenen bir kavisli yol vardı ve o yolun ardına peşi sıra takılırken canımı yakan herşeyin bana vereceği karşılık oldukça açıktı.
Cümleler, kelimeler hatta duraksamak için araya konulan virgüller bile insanın içine kademsiz duyguların oluşmasına sebep olabilir miydi? Kademsiz her duygu, geçmişten gelen bir çığlığın içinde toparlanabilir veya ortaya dökülen detaylar, inceleme fırsatı vermeden insanı yaralayabilir miydi?
Bir cümle, cümlenin içindeki karanlık harfler ve cümleyi süsleyen o korkunç tını... Beni zedeleyen bu harfler miydi yoksa içimdeki yaranın kabuğunun gitgide kalktığını ve sertliğin kaburgalarıma battığını hissetmem miydi?
Uğultular, adım sesleri, zihnimin içindeki gölgeler hatta sisler bile yok olmuştu ve tek bir cümlenin içimde oluşturduğu karanlığa doğru ilerlemişti. Bir elim farkında olmadan boğazıma doğru giderken, işaretparmağıma nabzımın atışı çarptı ve o dakika nabzımdan bile nefret etmemi sağlayan birşey oldu.
"Kolundaki yaralar... Kötü duruyor." dedi bana.
Hızlıca elimi koluma atıp toparlanan elbise kolunu düzelttim. Yutkunup ona baktığımda gözlerimin dolmasına izin vermiyordum. "Yemek yapmayı çok severim. Küçük bir kaza sadece."
Büyük bir kaza oldu. Bedenimi çürüten. Morluklar var, çizikler, yaralar. Hiçbiri geçmiyor. Hava yaz sıcağı, ben gündüzleri hep kazak giyiyorum.
Bedenime aynadan bakamıyorum. Bakınca kendime sadece acıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
violence, liskook
Teen Fiction"Şu altı senedir uyuyamıyorum. Bir hafta önce yaşadığını öğrendim ve o kadar rahat uyuyorum ki..." "Bende bu altı senedir çok rahat uyuyorum. Bir hafta önce yaşadığımı öğrendin. Artık uyuyamıyorum..." evliliğinden kaçan lalisa seneler sonra kocasın...