4

197 20 2
                                    

13/02/2024

"İki adet kasede çilek, çikolata ve limonlu dondurma alabilir miyiz?" dedim kadın garsona. Elindeki kağıda söylediklerimi not aldı. Başını kaldırdı. "Hemen geliyor" dedi gülümseyerek. Samimi birine benziyordu. Masamızı terk ederek dondurma tezgahına doğru yürümeye başladı. Favori mekanımız haftalar önce kapanmıştı. Yerine burası açılmıştı ve dondurmasının tadına ilk kez bakıcaktık. Jane ile konuşmamıza artık başlamam gerekiyordu.

"Hayatım..." diyip elini tuttum. Bana baktı. "Efendim annecim" Aslında nereden başlayacağımı bilmiyordum. "O adam sana neler söyledi? Onunla konuştun mu?' Kaşları çatıldı. "Ne gibi sorular?" diye sordu. "Ya ne bileyim, benim hakkımda senin özel hayatın hakkında" Bir baban olup olmadığı hakkında...

Kaşları havalandı. "Hmm... Evet sordu... Bana önce adımı sonra senin adını sordu. Sonra bana senin hayatında biri olup olmadığını sordu." Bunu o çakaldan beklerdim. "Babam olup olmadığını sordu... Bende ona seneler önce öldüğünü söyledim..." Ben kendi içimde senelerce onu öldürmüştüm. Ve herkese öyle göstermiştim.

"Onunda babası yokmuş. Yalnızmış. Sevdiği kadın terk etmiş onu... Birde, bana zor olup olmadığını sordu, babam olmayınca..." Devamını getiremedi. Oda acı çekiyordu, farkındaydım. Babası olmaması çok zoruna gidiyordu. Aynı zamanda çokda istiyordu. Ben anlardım.

Kadın masaya dondurma kasesini koydu. Ve elinde tuttuğu dondurma kasesini Jane'e uzattı. "Buyrun küçük hanım. Afiyet olsun." Bana döndü. "Afiyet olsun" Başımla teşekkür ettim. Dondurma güzel gözüküyordu. Yemeden önce Jane' baktım. Hiç sevinmemişti. Mutsuz bir suratla dondurma yiyordu. "Jane. Dondurmadan başını kaldırmadı. "Neden mutsuzsun?" diye sordum. Kaşığı dondurmanın içine bıraktı ve dondurmayı köşeye itti. "Anne..." dedi durgun bir ses tonuyla. "Benim niye bir babam yok..?"

Yutkundum. Kaçamıyordum. Ne sorularından nede geçmişimden. Elimle yüzünü okşadım. "Senin baban sen doğmadan önce öldü Jane dedim ve elimi yüzünden çektim. Gözlerini yere çevirdi. "Peki o ölünce çok üzüldün mü? Ben üzülür müyüm?" Bunada cevabım yoktu. Ben ilk başta üzülmemiştim. Sonra yavaş yavaş unutmaya başlamıştım. Hayatımda öyle birine yer ayırmamıştım. Biran ortaya çıkıp herşeyi darma duman etmişti. Altı sene. Koskoca altı sene...

Başımı salladım. "Evet, üzülmüştüm. Çok ağlamıştım... Sende üzülürsün." dedim.

Yalan söylüyordum çünkü dediğim gibi, cevabım yoktu. Saatler içinde hiç dökülmediğim kadar dökülmüştüm. Gözlerimin önüne geliyordu. Yediğim dayaklar, çektiğim işkenceler... Karnımda senelerdir bıçakla yazılmış bir yazı var. "J" yazıyor.

Her gördüğümde o ana geri dönüyordum. Aynı bıçakla yazının üzerinden geçiyorlarmış gibiydi. Acıyordu. Kalbim mi? Canım mı?

Çalan telefonumu elime aldım. Rose arıyordu. "Jane hemen geliyorum hayatım." diyip masadan kalktım. Gidip bahçeye çıktım. Çalan telefonu açtım. "Lisa" diye bir ses duyuldu. "İyi misiniz? O şerefsiz nerde" diye sordu. Elimi belime koydum. "Çalışıyorum Rose..." Elimi belimden çekip saçlarıma götürdüm. "O geldi. Gerçekti. Dokundu bana... Bilmiyorum... Ne yapacağım bilmiyorum. Peşini bırakmam diyor. Jane mutsuz. Ben yine o eski boşluğuma geri dönüyorum sanırım."

Elimi saçlarımın arasından geçirdim. "Konuşmuşlar... Bir babası olup olmadığını sormuş, zor olmuyor mu diye sormuş, beni ve hayatımda kimse olup olmadığını sormuş..."

violence, liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin