Merhaba kitabıma hoş geldiniz,umarım hoşunuza gider ♡ Başlangıç bölümü yapmak istemedim çünkü hikayeye yedirilmiş şekilde siz kendiniz kendi fikirlerinizle onları tanıyın istiyorum.Hiç beklemediğiniz ama keyif alacağınız bu serüvene katıldığınız için çok teşekkür ederim.
İyi okumalar dilerim.
Okuldan çıktığım an, adımlarımı hızlandırarak babamın dükkanına doğru ilerledim.İndirilmiş olan dükkanın kepenklerini kaldırdım, kilitli kapıyı siyah pantolonumun ön cebindeki anahtarlığı çıkarıp halkaya takılı olan küçük gümüşi anahtarla açtım.Ahşap kapının gıcırtısıyla içeri adım attığımda, antikaların tarihi kokusu buram buram doldu dükkanın içine.Ruhumu saran bu mistik atmosferde, önce b bölümü dediğimiz ve raflarında bardak takımlarının olduğu tarafa yönelerek işe koyuldum, antika bardakların tozunu almak için titizlikle hareket ettim. Eski porselenlerin arasında gezinirken, her bir parçanın geçmişini ve hikayesini düşündüm. Bu dükkan benim için sadece bir iş yeri değil, aynı zamanda bir zaman makinesiydi. İçinde vakit geçirmek, gerçek dünyanın sıkıntılarından bir süreliğine uzaklaşmak demekti benim için.Zaman bulduğum gibi buraya koşardım.Eğer şanslıysam, Bay White’ın çok fazla ödev vermediği günlerde de-yani nadir ve şanslı günlerde- beni burada bulabilirdiniz. Bugün de o şanslı günlerden biriydi.
Babam antikacıydı ve bu iş bize hem maddi hem de estetik anlamda bir gelir sağlıyordu.Babamın antikacı dükkanı, sadece bir ticaret yeri değil, aynı zamanda bir sanat galerisi gibiydi.Dükkanımızda birbirinden güzel ve zevkli eserler bulunuyordu. Her bir eser, zengin bir tarih ve kültür mirasını temsil ediyordu. Biblolar, heykeller ve diğer nadide parçalar, dükkanın her köşesinde yer alıyordu. Bu dükkan, sadece komşu esnaflar tarafından değil, aynı zamanda mahalle sakinleri tarafından da sevilen bir yerdi. Dükkanımızın konumu merkezi bir konumda olmasa da, etrafındaki diğer dükkanlar sayesinde müşteri akınına uğrardık.Uzun yıllardır burada hizmet veren bir aile işletmesi olduğumuz için güvenilir satıcılar arasında yer alıyorduk. Evimiz birkaç sokak ötedeydi ve okulum dükkanımızdan altı sokak ilerideydi.Okula genellikle arkadaşım Bolvia’yla birlikte giderdik. Okul çıkışı ise yollarımızı ayırıp kendi evlerimize doğru yol alırdık. Bolvia, benim ortaokuldan beri en yakın arkadaşımdı.Ailelerimizin birbirini tanıması sayesinde, aramızdaki ilişki oldukça samimiydi. Bolvia, sessiz ve sinirli yapısıyla bilinirdi, ben ise neşeli ve maceracı tavrım ile. Birbirimizi tamamlıyorduk ve farklılıklarımız, dostluğumuzu daha da güçlendiriyordu.
Babam bana bugün akşamüstü önemli bir ziyaretçinin geleceğini ve dükkanımız hakkında iyi bir izlenim bırakmam gerektiğini söylemişti. Annemle birlikte iki gün sonra Tokyo’da yapılacak olan bir müzayede için yola koyulmuşlardı.Ziyaretçinin kim olduğunu bilmiyordum ama babamın klasörlerindeki belgelerde yazılı bilgiler işime yarayabilirdi.Depo ve ofis karışımı şeklinde kullandığımız arka odaya gidip babamın masasının çekmecelerini karıştırmaya başladım.Mavi renkli klasörü bulup içini açtım ve sırasıyla klasör sayfalarının içine konulan A4 sayfalarını çevirmeye başladım.Bugünün tarihine geldiğimde birkaç nottan sonra randevumuzun olduğu ve bizi ziyarete gelecek kişinin adını buldum: Volvier Desmond.
Babamın bana verdiği sorumluluğun ağırlığını hissettim. Misafirlerin dükkanımız için ne kadar önemli olduğunu biliyordum ve dükkanın en iyi şekilde hazırlanması gerektiğinin bilincindeydim.Dükkanın kapısındaki çanın tatlı çınlamasıyla birlikte, içimde hafif bir heyecan dalgası hissettim.Hızla dosyaları babamın çekmecesine yerleştirirken,cebimden anahtarlığı çıkardım ve ofisin kapısını sıkıca kilitledim.Odadan çıktığım gibi etrafa baktım ve dükkanın kapısından içeri girmiş kapının önünde öylece dikilen bir adam fark ettim.İçimde bir gerginlik belirdi ve adamı baştan aşağı süzmeye başladım.Siyah saçları geceye benziyordu, yoğun ve koyu renkteydi, gizemli bir şekilde sallanıyordu ve otuzlu yaşlarının ortalarında olan bu adamın görünümünü tamamlıyordu.Uzun boylu ve zarif duruşuyla dikkat çekiyordu ancak bu zarafetin altında korkutucu bir hava vardı.
Adamla göz göze geldiğimizde dükkanın ortasına doğru yürümeye başladı.
Adımları sanki bir karanlık perdenin ardından gelmiş gibiydi.Her adımında kendine güveni ve karizmasıyla etrafına hakim oluyordu.Yüzündeki keskin hatlar, koyu kahverengi gözlerinde gizemli bir parıltı barındırıyordu, sanki içindeki derin sırları saklamak için bir zırh gibiydi.
Benimle göz temasını kesmedi ve hafifçe gülümsedi.
O sakin gülümsemesi, kibarlık ve sadece dikkatli gözlerin fark edeceği bir kibirle doluydu ancak bu kibarlık, insanları rahatlatmak yerine onları gerip korkutmaya yetiyordu.Her sözünde, her hareketinde hissedilen bu gizemli aura, onu etrafındakiler için hem çekici hem de tehlikeli kılıyordu.O an, içimde garip bir karışım hissi uyandırdı; hem merak ettim hem de tedirgin oldum. Neden böyle hissettiğimi bilmiyordum ve hissettiklerim beni tedirgin etti.
İçimdeki tedirginliği bir kenara bırakarak cesaretimi topladım ve adama doğru adım attım. “Özür dilerim,” dedim yumuşak bir ses tonuyla. “Bugün burada bulunmanızın sebebi, antikayı satacak ve buluşmamız gereken kişi olmanız mı?”
Adamın dudakları daha da yukarıya kıvrıldı ve gülümsemesi genişledi, içinde hafif bir karanlık barındırıyordu, sanki derinlerinde bu gülümsemeden ziyade bir uyarıydı.Hafifçe kafasını eğip konuştuğunda, ses tonundaki yumuşaklık bile o karanlık atmosferi dağıtamıyordu. “Evet, siz de Bay Zelanger’ın kızı olmalısınız. Babanızla bugün için bir randevumuz var,” dedi.Bu, sıradan bir buluşma değildi; içimde bir endişe belirdi.Adam karanlık gülümsemesiyle karşımda dururken, sormadan edemedim.
“Peki, bana satacağınız şey nedir?”
“Kral Aurelius zamanından kalma,kraliyet ailesine ait üç kişilik kadehin sonuncusu.”
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı,babam bunu satan birini nereden bulmuştu? Şaşkınlığımı üstümden atmak için yutkundum ve anladığımı belli etmek için başımı yavaşça salladım.
“Babamla daha önce gerekli ayrıntıları konuşmuşsunuz ama kendiniz teslim etmek istemişsiniz doğru mu?” dedim sorgulamak istercesine.
O ise ağır ağır başını salladı ve bana cevap verdi. “Evet,önemli bir parça olduğu için.”
Adam, sessizce kadehin kutusunu uzatarak bakmam için bana zaman tanıdı. Ben kadehe bakarken, o dikkatle antika ürünlere göz gezdiriyordu. Onun sessizliği ve dikkati, belki de dükkanın içindeki gizemli atmosferi daha da pekiştiriyordu.Kadeh, gümüşten yapılmıştı ve üzerinde eski kraliyet arması işlemeleri vardı.Yılların ağırlığını üzerinde hissettiriyor,bir zamanlar kralların sofralarında kullanılmış gibi görünüyordu. İşlemeleri incelikle yapılan ve geçmişin ihtişamını yansıtan bu antika kadeh, adeta bir zaman tüneli gibiydi. Her bir çizgi ve desen, geçmişin derinliklerine yolculuk etmeye davet ediyordu.Kadehin içinde, gümüş yüzeyin altında mavi soluk işaretler bulunuyordu. Zamanla yıpranmış olsalar da, hala gizemli bir hava taşıyorlardı.
Kadehi dikkatlice inceledikten sonra gerçekten almaya değer bir şey olduğuna karar verirken, arkamdan adamın bir şeyler mırıldandığını duydum. Aniden dönüp ona doğru bakmak istedim,ne dediğini öğrenmek için.
“Memoriae detrimentum.”
Adamın adeta fısıldar gibi söylediği cümleyi işittikten sonra,etrafımdaki manzara aniden belirsizleşmeye ve karanlık bir hale dönüşmeye başladı.Görüş alanım, sanki dumanlı bir perdeyle örtülmüş gibiydi ve her şey bulanıklaşarak kayboluyordu.Kulaklarımda yükselen şiddetli çınlama,adeta bir fırtına gibi kafamın içinde yankılanıyordu.Ardından,kafamın içinde bir karmaşa başladı; çığlıklar, uğultular ve tuhaf sesler, sanki binlerce fısıltıyı ve haykırışı bir araya getiriyordu. Panikle etrafıma baktım, ancak her yer daha da belirsizleşti ve karmaşıklaştı. Aniden kendimi gerçeklik ile rüya arasında sıkışmış hissettim, bu beklenmedik deneyim beni adeta içine hapsediyordu, kendi iç dünyamın derinliklerine çekiyordu.Dünya birden altımdan kayıyormuş gibi hissettim.Zemin, ayaklarımın altından kayarak, beni boşluğa doğru sürükleyen bir akıntı gibi hissettirdi.Zihnim bir sis bulutunun içine gömülüyormuş gibi bulanıklaşıyordu. Bilincim yavaş yavaş benden uzaklaşıyordu, sanki gerçeklikten kopuyordum ve içsel bir uykuya doğru kayıyordum. Her şey, bir rüyanın karanlık ve derin sularına gömülüyordu ve ne kadar uğraşsam da en sonunda kontrolü kaybetmeme sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ezora : Kadehlerin Efsanesi
FantasyBabasının antika dükkanında çalışan genç antikacı Rielle, sıradan bir günün ardından randevularındaki gizemli bir müşteriyle buluşur. Adam, eski ve gümüşten yapılmış bir kadehi satmak istemektedir.Fakat bu kadeh ona tahmin ettiğinden fazlasına mâl o...