dört

64 14 47
                                    

bazen bazı insanların hayatınıza gireceğini onlar daha hayatınıza girmeden anlarsınız. hareketleri olsun, konuşması olsun ve hatta tarzı olsun; bir şey sizi o kişiye çeker ve siz onun kaçınılmaz biri olduğunu bilirsiniz. kai için de yeonjun öyleydi.

kai yeonjun'u ilk kez lisenin üçüncü senesinde, o sınıflarına yeni bir öğrenci olarak geldiğinde gördü. daha ilk görüşte bile ondan kaçamayacağını, o mavi saçların aklından çıkmayacağını biliyordu. bu yüzdendir ki şans eseri sıra arkadaşının gelmediği o gün öğretmenden yeonjun'u yanına oturtmasını istedi. bu yüzden o gün ona okulu gezdirmeyi teklif etti. bu yüzden akşam eve gider gitmez ona kendini unutturmamak için mesaj attı. biliyordu ve istiyordu, yeonjun'un hayatına koşar adımlarla gireceğini biliyordu ve ona kapıyı sonuna kadar aralamayı istiyordu. yaptı da. aylarca ona yakınlaşmak için çabaladı, her sabah ona kahve aldı, ödevlerine yardım etti, sınavlar onu streslendirdiğinde ağlaması için omzunu verdi. kai yeonjun'u ona geldiği gibi, her şeyiyle istiyordu.

üniversite sınavına girdikleri gün beraber şehirden uzaktaki herkesin namını duyduğu tepeye çıktılar. biraz alkol aldılar, rahatlamak istediler. aileleri zaten ikisinin birbirinin kuyruğu olduğunu biliyordu, dert etmediler. yeonjun ve kai tüm geceyi birbirlerine hayallerinden ve umutlarından bahsederek geçirdiler. her birinin hayali diğeri olmadan anlamsızdı, tek kişilik hayaller o gece o tepede bırakıldı. ve gecenin sonu beklenmedik bir öpücüğü beraberinde getirdi.

aslına bakarsanız ikisi de bu öpücüğün suçunu diğerine atmaktan çekinmezdi. keza sabah gözler açıldığında ve anılar bir film şeridi gibi zihinlere akmaya başladığında ikisi de bu nahoş öpücüğü unutmuş gibi davrandı.

ya da davranmaya çalıştı.

kai her şeyi bilmekten nefret ederdi, film izlerken sonunu hep doğru tahmin edip taehyun'dan gelen bir yastığın iziyle kendi kendine gülerdi. korku oyunlarından korkmazdı çünkü jump scare'lerin nerede ne zaman geleceğini kendi adı gibi bilirdi. hayatına hiçbir katkısı olmayan ünlülerin hangisinin ayrılacağını, hangisinin evleneceğini de hep bilirdi. ama kai en çok insanları okumayı bilirdi.

kendini çok iyi biliyordu mesela, o mavi saçlı çocuk yörüngesine girdiğinde onu oradan çıkartamayacağını adından daha iyi biliyordu. kai'a büyüttüğü kahverengi gözleriyle baktığında kai ona hayır demenin imkansız olacağını biliyordu. test çözerken kalemi elinde yuvarlamaya başlarsa birazdan hayatla ilgili çok içli bir yakarışın geleceğini bilirdi kai. uyuyamadığı geceler babasıyla tartıştığını, heyecandan yerinde oturamadığı günlerde en sevdiği gruplardan birinin konserine gideceğini bilirdi. kai bir gün o pembe dudakların onun dudaklarını esir edeceğini de biliyordu.

ama kai, yeonjun'un bunu görmezden geleceğini de bilirdi. yeonjun hiçbir zaman ilişkilerini bozacak bir insan olmamıştı. arzularını arkadaşlığa tercih etmezdi. kai bunu biliyordu, yine de yeonjun'u öptü.

alkol tadının hakim olduğu bir öpücüktü, uzun da sürmemişti zaten. ikisinin de kafası birbirinden güzeldi, bir iki kere dişleri birbirine çarpmıştı. bu ne kai'ın ne de yeonjun'un ilk öpücüğüydü, ama birbirlerini ilk öpüşleriydi; acemilik oradaydı. tek taraflı değildi de, kai o öpücüğü ne kadar istiyorsa yeonjun'un da o kadar istediğinden emindi. sonra ayrıldılar, birbirlerine güldüler ve kurdukları çadırın içinde uyuyakaldılar.

ertesi gün ikisi de bunu konuşmadı, öpücük unutuldu gitti. zaten bu öpücük hislerin değil dürtülerin eseriydi.

başlarda kai bunun üzerinde durmak istedi, yeonjun'a gidip 'sanırım senden hoşlanmaya başladım' demeyi çok istedi. tabii ki diyemedi. o günden bir hafta sonra yeonjun yanında taewook adında bir çocukla gelip bu benim sevgilim dediğinde kai yaşadıkları o samimi anın esamesinin okunmayacağına dair kendine söz verdi.

call me maybe, taebin + yeonkaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin