Çatışma çok güçlüydü. Gökyüzünü aydınlatacak hiçbir şeyin bulunmadığı o gece sadece tek başımızaydık. Bir de bardaktan boşanırcasına yağan yağmur ve gemimizi alabora eden rüzgar... Her şeyse sadece bir İspanyol kanyonunu bordalamak ve içindeki rom ile şekeri almaktan ibaretti. Sonuç olarak da gayet basit işti bizler için. Ama düşman kalyonu, içimizdeki casus sayesinde onu hedeflediğimizin haberini bir saat öncesinden almıştı. Biz havanın kararan saatlerinde gemiye top atışıyla hızlı bir şekilde saldırmaya başladık. Amacımız borda etmek olduğu için batırmamaya çalışıyorduk ve işimizi tereyağından kıl çeker gibi ince bir nizamla yapıyorduk. Top saldırılarımız çok kısa sürerek iki üç atışta gemiyi kullanılmaz hale getirmişti ama gemiyi bordalamak için yaklaştıkça sanki bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum. Tam yan yana getirip, mürettebatım bordaladığımız gemiye atlarken bağırmaya başladım: "Bu bir tuzak! Hemen geri dönün." Ama tabi ki iş işten çoktan geçmişti. Bir yıla yakın zamandır sürekli İspanyol gemilerini taciz ettiğimden dolayı İspanya Kralı Hudeaí el Magnífico artık benden bıkmıştı. Hatta hakkımda kararnameler ve kelleme ödüller bile koymuştu. Ve bildiğiniz tüm donanmasını seferber etmişti. Normalde bu kadar donanmayı karşımda görsem heralde dizlerimin bağı çözülürdü ama o anda ben ve mürettebatımın ve özellikle gemim Blackhawk'ın hayatta kalmasını umursadığım için sadece bu donanmanın bana gönderilmesinden onur duymuştum. Askerlerim bordaladığımız gemiyi bırakıp geri Blackhawk'a dönene kadar bütün gemiler etrafımı sarmışlardı. Tek bir umudum kaldı demek isterdim ama orada hayatımın sona erdiğinin farkındaydım. Mürettabatıma seslenmek için durdum: "Bu zamana kadar bana eşlik ettiğiniz için sağolun beyler. Sizlerle iyi kötü günler geçirdik ama ne aç kaldık ne de açıktı. Sizlerle yolculuğumuz buraya kadar anlaşılan. Yo ho ho ve bir şişe rom! Cehennemde görüşürüz şerefsizler." dedikten sonra mürettebattan da Yo ho ho diye ses yankılandı ve gemimiz parçalanmaya başladı. Son bir umut belki Blackhawk'ın mahmuzu ile yararız düşüncesi belirmişti. Tam mürettebatıma seslenecektim ki orada son duyduğum ses, topların hepsinin insafsızca ateş edilmesiydi ve bir tanesi 3 metre yakınıma çarpıp patlayınca, beni de gemiden atıp suya fırlattı.
O patlamanın etkisiyle de suya düşerken geminin sert ahşabına kafamı vurup bayılmıştım. Bir tahta parçasının üstünde 2 gün 2 gece boyunca suyun üstünde yarı baygın yarı ayık bir şekilde yolculuk yaptım. En sonunda ise karaya vurmayı başarmıştım ama bu başarı sadece içi boş bir sevinçti. Karaya vurduktan sonra ayağa kalkmaya çalıştım ama bacaklarım isyan ediyordu yürümemek için. Birkaç adım atmaya zorladıktan sonra kendimi açlık ve susuzluktan hemen başım dönmeye başladı ve peşine de zaten bayıldım... Arada bilincim yarım da olsa açılıyordu ve bu sürelerde anlamsız konuşmalar duyuyor ve bedenimin yerde süründürülerek taşındığını hissediyordum. Sonrasında ise gene karanlık ve kendi bilinçaltımda sessiz bir yolculuk... Soğuk bir suyun yüzüme çarpmasıyla birlikte uyanıyorum ve karşımda iki tane kadının olduğunu bulanık bir şekilde görüyorum. Kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlar sürekli ama dillerini anlamıyorum yada tek tük anlayıp kendime gelmeye çalışıyorum. En sonunda kafam yerine geldiğinde konuşmalarını net bir şekilde anlamaya başlamıştım ve bir Fransa kasabasında olduğumun farkına varmıştım lakin şuan bulunduğum yer neresi ve gemim Blackhawk ile mürettebatıma ne olduğuydu. Ancak bunları düşünmeme fırsat bulamadan mavi saçlı olan kadından elinin tersiyle bir tane tokadı yemiştim. Kendi kendime noluyor lan şeklinde kafamda tokatın zangırdısı yankılanırken, kızıl saçlı olanı yakama yapışıp: "Kimsin lan sen!?" diye kafamda bağırmaya başlamıştı. Tam bir tane daha tokat yiyecektim ki içeriye saçları beyazlamış, bir elinde bastonu olan, beyaz keçi sakallı ve boynunda beyaz fuları olan bir ihtiyar sakin adımlarla geldi: "Aziz Sagesse Monsieur. Bu ne güzel bir tesadüf oldu. Bende diyordum kaç zamandır görüşemiyoruz, ziyaretime gel diye." Kısa süreli bir kahkaha attım ve tam yanağıma gene tokat yiyecekken ihtiyar eliyle dur yapıp çözün diye işaret etti. Kızlar anlam veremeden çözmeye başlasalar da ihtiyar kızıl saçlının kulağına eğilip bir şey dedikten sonra bulunduğumuz yerden uzaklaştı ve iki kadında beni kollarımdan tutup merdivenlerden yukarı çıkarmaya başladılar. Açlıktan hala aklım gidip gelse de iki yaklaşık olarak üç kat çıkarıldığımın farkındaydım. İkisi beni bir yatağa bıraktıktan sonra odadan sessizce çıktılar.
![](https://img.wattpad.com/cover/366199857-288-k952753.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölgelerin Sessiz Sırları
FantasyAziz Sagesse Monsieur adlı bir adamın hayatı. Sakin bir şekilde geçen İspanya Şatosu'ndan heyecana dönüşen Fransız Sokakları...