Yalım yıkanmış ve yeni kıyafetleri zor da olsa giyinmişti. Yeni tarz kıyafetler biraz garip hissetmesine neden olmuştu, sanki eskisi gibi değildi. Bir de o adamın sürekli ona dokunması vardı, garip hissediyordu genç...
Karnına değişik bir his yayılıyordu avuçları birleşince, boğazı kuruyordu. Yeniden yaşıyor gibi hissettikten sonra hasta mı oluyordu yoksa, hamam yapmak iyi gelmişti ama...
Adam ne demişti, 'duş' hamam demekti anlaşılan. Ellerini o geceden beri uzamamış olan başak sarısı saçlarında gezdirdi, bir erkeğe göre güzel olan yüzü aynada tertemiz görünüyordu.
Yeni giysiler ve temiz kokusuyla hanenin ana odasına ilerledi, o adam o geldiği gibi ayağa kalkmıştı. Anası bir ona bir kendi oğluna bakıyordu, sokakta gördüğü masalar gibi bir masa vardı. Üstü yemeklerle doluydu, sandalyeyi çekip oturdu çekine çekine.
"Afiyet olsun oğlum." Anası yemeği koyduğu beyaz tabağı önüne itip gülümsedi, tavuklu bir yemekti.
Zarif ve zengin duran çatalı kavrayıp yemekten aldı, baharatlı ve çok lezzetliydi. Gözleri kocaman açıldı, onu izleyen iki çift gözden habersiz beğeniyle ekmeğe uzandı.
Yemeğin suyuna banıp ağzına soktuğu ekmekle Eren ile göz göze geldi, adam genişçe gülümsüyordu. Utandı genç, Eren bunu fark edip hemen kendi önüne döndü. Allanan beyaz tene daha çok bakmak istiyordu, Yalım'ı utandırmak istemediği için yemeye başladı.
"Eline sağlık ana, pek lezzetli." Gencin sesiyle Eren hızla ona döndü, neredeyse bitirmek üzereydi.
"Biraz daha katayım oğlum, çok zayıfsın." Anaç hale bürünen kadına gülümseyen genç hevesle tabağını uzattı, uzun zamandır böyle güzel bir yemek yememişti.
Sokakta bulduklarıyla yaşamıştı ama bazı günler uyumak daha çok işine gelirdi. Serpil hanım iştahlı gence bir tabak daha yemek doldururken içi anne şefkatiyle doluydu.
Eren tabağını bitirip ayaklanmak istese bile Yalım'ı izlemekten vazgeçemiyordu ve bundan habersiz iştahla yemeğini yiyen çocuğu huşuyla izliyordu. Annesi herşeyi yanlış anlamıştı, oğlu ve bu genç arasında bir şeyler var sanmıştı.
Belki de ana yüreği gelecekte oluşacak olan duygulara ait bir kıvılcım yakalamıştı kim bilir....
Keşke oğlu da bu gencin güzelliğini görebilse diye düşünürken, oğlunun gözünü bile kırpmadan gence baktığını görüp kaşlarını çattı. Sanki görür gibi bakıyordu, boş değildi bakışları eskisi gibi.
"Eren..." diye fısıldadı kadın duygu dolu sesiyle...
"Bir bana bak bakayım..." kendisine dönen gözler az önceki gibi görür halde hissettirmemişti, yine boştu.
"Anlatacağım, inanması çok güç anne. Ama anlatacağım, önce biraz tadını çıkartmak istiyorum." Kadın derin ama titrek bir nefes çekti içine, gözleri dolmuştu hemen.
"Tamam kuzum, ben buradayım." Elini oğlunun omzuna koyup sıktı, ayaklanıp yavaşça masayı toplamaya başladı.
"Ana yardım edeyim." Yalım hızla kalkmak istese de kadın onu eliyle durdurdu.
"Otur evladım, çay demleyeyim bir konuşuruz. Sen de dinlen biraz, banyo yaptın yorgunsundur." Yalım işlenen kadına mahçupça bakıyordu, annesi çayı koyarken Eren Yalım'ın yanındaki sandalyeye geçip elini tuttu.
Gözleri ortaya serilen evde gezinirken, Yalım sakin kalmak için çabalıyordu. Dursaydı ya kalbinin sekmesi, bu adam ona dokundukça kalbi kuş gibi sekiyordu.
"Elimi neden tutuyorsun Eren..." sesi titremişti ve Eren ilk kez utanmıştı.
"Sana dokununca etrafı da görebiliyorum, seninle en kolay temas elini tutmakla oluyor." Sımsıkı tuttuğu elini yukarı kaldırınca Yalım yutkundu.
Kendi eli bembeyazdı, Eren'in eli ise hafifçe esmerleşmişti. Tenleri arasındaki ısı farkı bile bir başkaydı, Eren yanarken o donuyordu.
"Yine de erkek erkeğe el ele tutuşmak garip geliyor. Eşim değilsin bir şeyim değilsin, ayıp gibi geliyor bu hal bana." Allaşan yanaklara kilitlenen adamdan habersiz mırıldanıyordu Yalım.
"Sen kaç yaşındasın Yalım, hangi yılda doğdun?" Soruyu tartmadan cevaplayacaktı genç adam, süzgüden geçirmeden.
"Ondokuz yaşındayım, 1801 yılında doğdum." Eren donup kalmıştı, ne demekti bu?
"Olur mu öyle şey? Şimdi hangi yıldayız biliyor musun sen, nasıl 1801 yılında doğdun?" Yalım yutkunup başını önüne eğdi, hangi yılda olduğunu bile bilmeden oradan oraya savrulmuştu.
"Atam beni evden kovduğunda 1820 idi yıl, daha sonra ay kararması oldu o gece. O gece bana bir şey oldu Eren, ben silindim sanki dünyadan. Kimse görmedi beni, bağırsam bile duymadılar. Sana kadar..."
Eren şokla bakıyordu gence, ay kararması dediği tutulma olmalıydı. Böyle olmasa da, bir çok tuhaf şey yaşandığını duymuştu tutulma zamanlarında. Eren elini sıkan eli hissedince düşünceleri dağıldı, soğuk elin gittikçe ısındığını fark ediyordu.
Annesinin mutfak kapısından onları izlediğini bilmeden, uzun uzun seyretti oğlanın beyaz ve güzel yüzünü. Elinde çaylarla gelen annesine baktı, hatırladığı halinden oldukça çökmüş duruyordu kadın.
Oğlunun gözlerindeki belli ışıltıyla derin bir nefes aldı kadın, ne olduğunu bilmese de bunun Yalım sayesinde olduğu belliydi. Birleşik ellerine baktı gençlerin, gözleri sızlıyordu ama ağlamamak için tutuyordu kendini.
"Hadi bakalım, afiyet olsun." Yalım çayını alıp sıcacık bir yudum aldı.
"Allah razı olsun ana, eline sağlık." Kadın sevecen bir şekilde gülümseyip oğlana sabah aldığı kurabiyeden uzattı ama çok yemişti gerçekten.
"Bak bunlar tatlı kurabiye, eminim seversin." Genç utana sıkıla bir tane alıp ısırdı, dudakları kıvrılmıştı tadı sayesinde.
"Ne lezzetliymiş , çok da tatlı." Sanki evlerine güneş doğmuş gibi ana oğul gülümsüyorlardı sürekli, ehh bu güzel oğlanın güneşi andırdığı kesindi.
"Sevdiysen hep alırım ben sana oğlum." Eren annesinin bu anaç haline bayılıyordu, bazı gençler söylense de onun çok hoşuna gidiyordu.
Birlikte çay-kurabiye keyfi yapıp sohbet ettiler, Eren geceyi çalışarak bitirecekti. Yalım'ı uyuması için kendi yatağına götürdü, genç etrafa bakıp ikinci bir yatak aradı ama yoktu.
"Ben gecenin kalanında çalışacağım, sen benim yatağımda uyu. Merak etme, dışarı çıkmadan çarşafları değiştirmiş yenilerini sermiştim." Yalım hafifçe kızararak gence baktı.
"Yok, bu senin yatağın. Ben yere döşek atayım, olmaz mı? Başkasının yatağında uyunmaz hem." Eren gülerek çocuğu yatağa yönlendirdi.
"Bizim evde döşek falan yok, uyu işte. Ayıp falan olmaz, sen bana dünyanın renklerini verdin, ben sana yatağımı vermişim çok mu?" Yalım oturduğu yatağı eliyle yokladı, yumuşacıktı.
"Sen nerede yatacaksın?" Eren sırıtınca daha da kızarmıştı genç.
"Yanına kıvrılıveririm, sığarız. Hem yatak büyük zaten." Yalım'ın ağzı ve gözleri aynı anda açılırken hızla ayağa kalktı.
"Olmaz, erkek erkeğe... tövbe yarabbi.." Eren çocuğa takılıyordu ama aklına koynuna girmek geliverince yutkundu.
"Merak etme, şaka yapıyorum. Salonda yatak açılıyor, ben çalışma saatimden sonra orada uyurum. Sen rahat rahat yat uyu." Yalım salona doğru gidecekti ki Eren ona engel oldu.
"Benim işim sesli, uyuyamazsın sesten. Yat işte, ben sürükledim seni buraya bile, bu kadarını yapayım bari." Yalım pes ederek oturdu tekrar yatağa, Eren onun yatağında ne kadar güzel durduğunu düşünmemeliydi.
Duyguları minnetten farklı bir yere mi kayıyordu yoksa, karşısında kızarıp bozaran gence bakınca gelen yutkunma hissi bu yüzden miydi?
Eren bilmiyordu, daha önce kimseyle o açıdan ilgilenmemişti ki...
Onunla ilgilenler ise oldukça fazlaydı, abartmıyordu... okulda gözlerinin görmemesi bir çok kızı ondan uzak durmaya ikna edememişti. Şimdi bu gence bakınca hissettiği garipliği asla hissettmemişti.
"Allah rahatlık versin." Diyerek odadan çıktı ve ezbere bildiği bilgisayarının başına geçti. Bu gece uzun olacaktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHUMUN IŞIĞI
RandomGece ay tutulması olduğunu bilmediğinden ailesi kızıp sokağa fırlatmıştı onu, halbuki herkes bilirdi tutulmaların efsunlu zamanlar olduğunu Babasının 'kaybol gözümün önünden' demesini kaldıramamıştı, 'keşke' dedi çocuk... 'keşke tamamen kaybolabilse...