Mavi kanatlı, oldukça güzel bir kuşun pencerenin önünde çıkarttığı melodik sesler Aris'in gözlerini aralamasına neden oldu. Aralık kalmış perdenin arasından sızan ve yüzüne vuran yaz güneşiyle kuşun huzur dolu şakıması sadece küçük bir an için Aris'i kendi köyünde, yuvası bildiği ilk yerde hissettirdi ancak daha birkaç saniye bile geçmeden o tasasız, tatlı günlerden çok uzakta olduğunu hatırladı. Bu farkındalık onu bir süre kıpırtısız bir şekilde yatmaya zorladı. Yataktan kalkmak için bir amacı olmayan insanlar hep böyle yapardı. Şu durumda Aris'in de yoktu.
Neyden sonra böğrüne öküz oturmuş hissiyle aniden doğruldu ve başını çevirip perdenin aralığından dışarı baktı. Mavi kanatlı kuş hala pencerenin önündeydi ama artık şakımıyordu. Aris, yüreğine çöken ağırlıkla bir süre camdan dışarı baktı. Bu ağırlığın sebebini çok iyi biliyordu. Ustası gitmişti. Gözüyle görmemiş, bu konuda kulağına herhangi bir haber çalınmamış olsa da onun gün ağarmadan Taborl'dan ayrıldığına emindi. Onun yokluğunu yüreğinde beliren kara boşlukta ve buna karşın göğsüne çöken ağırlıkta hissedebiliyordu.
Göz pınarlarına yaşların doluştuğunu hissedince elini yumruk yapıp gözlerini ovaladı ve hafifçe burnunu çekti. Şu an hissettikleri, Duvurin'de ustasının öldüğünü sandığı anla birebir uyuşuyordu. O zaman da sevdiği birini kaybetmenin derin acısını ve ona son bir kez kendisi için ne kadar değerli olduğunu söyleyememiş olmanın verdiği yakıcı pişmanlığı hissetmişti; şimdi de iliklerine kadar hissettiği duygu buydu. Onu affetmesem bile ona sıkıca sarılmalıydım, diye düşündü. Pişmandı ama zamanı geri alamazdı. Tam o anda ustasının pişmanlığını defalarca kez dile getirişini anımsadı. Belli ki o da kendisi gibi pişmandı ama zamanı geri alamazdı. Olan olmuştu.
Odanın kapısı tıklatılınca Aris düşüncelerinden sıyrıldı ve başını kapıya doğru çevirdi. Herhangi bir şey söylemese de kapı açıldı ve saray kahyasının katı, memnuniyetsiz suratı göründü. Bu kapı tıklatma olayı zaten yalnızca bir formaliteydi. İçeri girmek için kimsenin izne ihtiyacı yoktu. Burası bir köpek kulübesi olarak görülüyordu yalnızca.
Kahya boğazını temizleyip üstünü başını çekiştirdikten sonra "Majesteleri seni bekliyor," diye düz bir sesle konuştu.
Aris, bir süre gitmesi için beklediyse de kahyanın kapıdan ayrılmadığını görünce "Giyinip geleyim," diye karşılık verdi. Üzerinde gecelik olarak kullandığı ince, kısa kollu açık renk bir gömlek ve aynı kumaştan bir alt vardı.
"Lüzumu yok. Majesteleri bekletilmekten hoşlanmaz."
Kahyanın karşılığı üzerine Aris ince yorganı üzerinden atıp yataktan çıktı. Çarıkları hemen yatağın kenarındaydı. Acele etmeden ama kahyanın homurdanmasına izin vermeyecek bir hızda çarıkları ayağına geçirip kapıya kadar yürüdü. Kralın kendisini ne için görmek istediğini merak etse de kahyaya sormadı. Ona sinsi gelen bu adamı hiç sevmiyordu.
Kahya düz bir sesle "Gidelim," dedi ve sanki peşlerinden kovalayan varmış gibi hızlı adımlarla yürümeye başladı. Aris de hemen yanında yürüyor, adımlarını ona uydurmaya çalışıyordu. Ucunda iri yarı bir muhafızın beklediği koridoru geçip Kral Aldhamir'in toplantı salonunun bulunduğu tarafa döndüler. Toplantı salonuna giden koridor devasa büyüklükte, oymalı ve oldukça gösterişli pencerelerle donatılmıştı. Bu devasa pencereler sayesinde içeri hatırı sayılır miktarda güneş ışığı giriyor ve koridora ferah bir hava katıyordu. Sağ taraftaki pürüzsüz duvara hünerli ellerden çıktığı belli olan çeşitli tablolar asılmıştı. Bu tabloların birçoğu Torgen'in ihtişamını yansıtan tasvirlerdi ve hepsi oldukça dikkat çekiciydi. Aris, kafasında milyon tane düşünce olmasa bu tabloların karşısına geçip onları uzun uzun inceleyebileceğini düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Kan Çağı
FantasyWattys Büyük Ödül Kazananı "Bir Zamanların Krallığı" serisinin ikinci kitabıdır. Aris, Gharzul'u yenmesinin ardından lanetli olarak görülen çocuktan herkesin sevip saygı duyduğu bir kahramana dönüşeceğini ve artık normal bir hayatının olabileceğini...