Uykunun onu ne zaman gelip bulduğunu hatırlamıyordu ancak dürtüklenerek uyandırıldığında hava çoktan ışımıştı. Kafasını kaldırıp baktığında kendisini dürtükleyenin Luan olduğunu gördü. Dürtükleme işini yayının ucuyla yapmıştı.
"Yola çıkıyoruz, kalk."
Aris doğrulup etrafa bakındı. Ateş sönmüş, herkes uyanmış, eşyalarını toparlıyordu. Kendisi de vakit kaybetmeden eşyalarını toparlamaya başladı ve heybesini atının eyerine sıkıca bağladı. Kısa süre sonra kafile yeniden yola koyulmuştu bile.
"İyi yol aldık. Beklenmedik bir durumla karşılaşmazsak hava kararmadan Akçaağaç Ormanı'na varmış oluruz," diye bildirdi Izavo. Bu haber kafileyi keyiflendirdi. Ormana varmak demek, karınlarına et gireceği ve sırtlarını yakıp kaşlarını çatmalarına neden olan güneşten kurtulacakları anlamına geliyordu.
"Tarih kitapları bu çayırda iki büyük savaşın yaşandığını yazar," diye konuştu Tarihçi. Abelus'a hitaben konuşuyordu ancak önündeki çayıra bakıyordu. "Rivayete göre burada bu kadar çok gelincik açmasının sebebi de bir zamanlar toprağın kanla yıkanmış olmasıdır."
Abelus gözlerini yuvarladı. "Burada neden bu kadar çok gelincik yetiştiğinin bilimsel açıklamasını yapardım ama küçük, tatlı hikayeni bozup keyfini kaçırmak istemiyorum." Başını çevirip Tarihçi'nin öfkeden kızaran suratına sırıtarak baktı. "Ayrıca, bu anlattıklarını bilmeyen mi var? Anlatacak yeni bir şey bulamayınca hep aynı şeyleri anlatıp duruyorsun."
Tarihçi homurdanıp topuklarıyla atını dürttü. At, hızlanıp Aris'in atıyla aynı hizaya gelirken "Bu çocuğun bir şey bilmediğine eminim," diye konuştu. Aris'e yan yan bakıp onu kısa bir süre süzdükten sonra "Hikaye dinlemeyi sever misin?" diye sordu. Abelus gibi tepki verecekse nefesini boşa tüketmeyecekti.
Aris, düşüncelerinin içinde kaybolmuşken hiç beklemediği bu soru karşısında anlık bir şaşkınlık yaşadı. Sonra omuz silkip Uttam'a boş gözlerle baktı. Aslında tek istediği biraz sessizlikti ama bunu söylemeye fırsat bulamadan Tarihçi boğazını temizleyip konuşmaya başladı.
"Barış zamanından önce üzerinden geçtiğimiz bu topraklarda iki büyük savaş yaşanmış. Tarih kitapları bu savaşlardan Kangövde ve Altınboru Savaşları olarak bahseder. Bunun sebebi yaşanan bu iki savaşta kanın gövdeyi götürmesi ve ilk defa bir savaşta boru kullanılmış olmasıdır. Bahsedilen bu altın boru cüceler tarafından yapılmış. Tabi boru savaşın hengamesi içinde kaybolup gitmiş ancak bir rivayete göre..."
Abelus atını hızlandırıp yanlarına gelerek tarihçinin sözünü kesti. "Şimdi de çocuğun başını mı şişiriyorsun?"
Tarihçi "Sen karışma!" diye köpürdü. Hemen sonra derin bir nefes alıp boğazını temizledi ve cümlesini tamamladı. "Rivayete göre altın boru bulunduğunda Fani Dünya kanlı bir savaş daha görecek. Büyük, çok büyük bir savaş."
Abelus dilini damağına vurup birkaç kez şaklattı ve onaylamayan gözlerle tarihçiye baktı. "Madem öyle, şu lanet boruyu kimse aramasın o zaman."
"Kimsenin aradığı yok," diye karşılık verdi tarihçi. "Ama bir gün bulunacak."
Abelus suratını ekşitti. "Tarihçilik yerine felaket tellallığı yapmalıymışsın."
Uttam Abelus'a doğru bir küfür savurup atını hızlandırdı ve Izavo'nun hemen arkasına geçti. Abelus, bir kez daha tarihçiyi gıcık etmiş olmanın verdiği tarifsiz keyifle arkasından sırıtırken Aris ürperdiğini hissetti. Kan, savaş, felaket gibi kelimeler zihninin derinliklerinde yatan korkularını ve tatsız anılarını gün yüzüne çıkarıyor, midesine kramplar girmesine sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Kan Çağı
FantasiaWattys Büyük Ödül Kazananı "Bir Zamanların Krallığı" serisinin ikinci kitabıdır. Aris, Gharzul'u yenmesinin ardından lanetli olarak görülen çocuktan herkesin sevip saygı duyduğu bir kahramana dönüşeceğini ve artık normal bir hayatının olabileceğini...