4. Bölüm [Waniph Yolcuları]

506 66 50
                                    

Güneş batmadan önce gökyüzünü tatlı, sıcak bir kızıl-pembeye boyamıştı. Bu kızıl-pembelik şehrin mermerlerinden ve berrak sularından yansıyarak şehri parlak bir görünüme kavuşturuyordu. Gökyüzünde ağır ağır süzülen kuşlar, günün yorgunluğunu geride bırakmak istercesine yuvalarına doğru yola çıkmıştı. Neredeyse akşam olacağından şehirdeki hareketlilik de azalmış, pazar dağılmaya ve tezgahlar boşalmaya başlamıştı. Şehrin kıvrımlı taş sokaklarında insanlar akşam yemeğine yetişmek ve ayaklarını uzatıp günün yorgunluğunu bir an önce atmak için hızlı adımlarla ilerliyordu.

Aris, tüm bu olan bitenin odasındaki küçük pencereden görülebilen kısmını sessizce, neredeyse boş gözlerle seyretmekteydi. Karşısında duran manzara anlatılamayacak kadar güzeldi ancak yüreğini kederin kapladığı tüm insanlara olan gibi, o da bu güzelliği göremiyordu. Aklında bin türlü düşünce ve yüreğinde tarifsiz bir ağırlık vardı. Bugün yaşadıkları, duydukları Gharzul ile çarpıştığı günden bile daha zorlu gelmişti ona. Bir kez olsun baba bile diyemeden babasını kaybetmişti. Tıpkı annesini de aynı şekilde kaybettiği gibi...Aris gözlerini kapatıp küçükken Khala'nın ona öğrettiği gibi ölülerin arkasından okunan bir dua mırıldanmaya başladı. Yapabileceği tek şey, işte buydu.

Açık pencereden içeri ılık bir rüzgar sızıp genç büyücünün saçlarını hafifçe havalandırırken Aris gözlerini açtı. Düşünceleri su gibi akıp gidiyordu. Bu kez de aklına daha önce kontrolü kaybettiğinde yaşananlar geldi. Köyü saldırıya uğradığında Khala'yı öldürmeye çalışan adamı Kara Sanat'ı kullanarak nasıl vahşice öldürdüğünü ve Baş Büyücü'yü nasıl bilinmeyen bir yere gönderdiğini tüm detayları ile daha dün gibi hatırlıyordu. Dahası, aylar önce gördüğü kabustaki o yer, konuştuğu gölge ve Duvurin'de çarpıştığı Gharzul'un sözleri de hala hatırındaydı. Zaten tüm bunlar ne yaparsa yapsın asla unutabileceği türden şeyler değildi.

Gharzul'un sözleri bir kez daha zihninde istemsizce yankılandı: Geldiğin yeri inkar edemezsin Zal'gath. Er ya da geç kimliğinle yüzleşeceksin.

İblisin o kan donduran soğuk ve hırıltılı sesi zihnini doldurunca acıyla gözlerini yumdu. Yaratık ona Zal'gath diye seslenmiş ve dahası aynı yerden geldiklerini söylemişti. Aylardır bunun ne anlama geldiğini düşünüyor ancak işin içinden çıkamıyordu. Kabusunda gördüğü o Gölge, adının Zal'gath olduğunu söylemişti. Bu çok saçmaydı. Aris, Gharzul'un onu korkutmak için böyle söylediğine inanmak istiyordu. Daha doğrusu, aklına gelen tek mantıklı cevap buydu. Her şeye rağmen zihninin bir köşesinde her daim bu isim dolanıyordu. Zal'gath. Ve ne yazık ki Gharzul'un kulaklarında çınlamaya devam eden sözleri onu içten içe tüketiyordu. O gün Gharzul ile çarpışırken "Kim olacağımı kendim seçeceğim," demişti. Peki ama sahiden seçim hakkı var mıydı? Çevresindeki herkes ona bir yaratık gibi muamele ederken ve dahası sevdikleri tehdit altındayken ne kadar sağlıklı seçimler yapabilirdi? Aris'in uzun zamandır kendisine bile itiraf etmekten kaçındığı, asla sesli şekilde ifade edemediği büyük bir korkusu vardı. Günün birinde kabusunda gördüğü o mutlak, soğuk ve yoz karanlığı seçmekten ya da kendisini bir şekilde o karanlığın içinde bulmaktan; ellerine bulaşan kanın onu tıpkı Gharzul gibi gerçek bir yaratığa çevirmesinden korkuyordu. Evet, bu düşünce onu deli gibi korkutuyordu. Daha da kötüsü, bunun bir seçimle mi olacağı yoksa kaderin kaçınılmaz pençesinin onu bu yola mı sürükleyeceğini artık kestiremiyor oluşuydu. Gharzul'u geldiği yere gönderirken kim olacağını ancak ve ancak kendisinin seçeceğinden ve kaderini değiştirebileceğinden emindi ama şimdi, yaşananları düşündükçe ve yapbozun parçalarını birleştirdikçe bundan emin olamıyordu. Emin olduğu tek bir şey vardı: Eğer günün birinde isteyerek veya istemeyerek kendini o mutlak karanlığın içinde bulursa, tıpkı kabusunda konuştuğu Gölge gibi yapayalnız ve kaybolmuş hissedecekti. Hatta belki de... Aris, bunu kendi içinde dile getirmekten bile korktu ancak düşüncelerinin akışına engel olamadı: Belki de bizzat Gölge'nin kendisi olacaktı. Belki de kabusunda konuştuğu o kişi, bir şekilde... Aris başını hızla iki yana salladı ve sanki bir yararı olacakmış gibi elleriyle başını tuttu. Düşünceleri bedenini bir ürpertinin ele geçirmesine neden oldu ve yaz ortasında sanki ayaz çıkmış gibi üşüdüğünü, hatta iliklerine kadar donduğunu hissetti. Gözlerini sıkıca kapattı. Hayır. Bu mümkün değil.

BİR ZAMANLARIN KRALLIĞI: Kan ÇağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin