ılık bir mayıs akşamı, yurdun yanındaki parka hwang hyunjin tarafından çağrılmam üzerine hızla çarpıyor kalbim.
gece saat biraz geç. bana mesaj çekip haber ettiği gibi evden nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum. üzerime chan hyungun ceketlerinden birini alıp kapının önündeki terliklerden birini giydim, bana nereye gittiğimi soran changbin hyunga bir şeyler zırvaladım ve seri adımlarla merdivenlerden indim aşağıya.
ne olduğunu bilmiyorum ama oldukça heyecanlıyım aslında. gecenin bu saatinde beni oraya çağırmasının illa bir nedeni olmalı değil mi?
parkın bir köşesindeki bankta onu gördüğümde üzerinde gri bir hırka, altında ise siyah eşofman takımının altı var ve benim de taktığım gibi bir şapka tabii ki de. yine de hyunjin'in tarzı değildir bu, gerçekten hiçbir şeyi anlayabilmiş değilim henüz.
"selam jisung." çok garip, sanki uzun zaman sonra ilk kez konuşuyormuşuz da ben onun eski dostlarından biriymişim gibi.
gidip yanına oturuyorum ve sırtımı banka yaslıyorum selam verdikten sonra. "neden yurtta konuşmak yerine buraya çağırdın ki beni?"
bugün onda bir şeyler var. var işte, gerçekten biliyorum. bedeninden garip bir enerji etrafa yayılıyor sanki, az sonra bir şey patlayacakmış gibi. sanki fırtına öncesinin sessizliğinde dinleniyoruz ikimiz de.
derin bir nefes alıyor, yutkunma sesi kulaklarımda çınlıyor. ardından kafasını bana döndürüyor.
"çünkü az sonra yurtta yapamayacağım bir şeyi yapacağım."
bu sözleri beni tedirgin ediyor. hyunjin'in bana yapacağı herhangi bir şeye sonuna kadar razı olsam da geriliyorum işte. bu belirsizlik hissi gerçekten hiç hoşuma gitmiyor.
kalbim göğüs kafesimden çıkıp hwang hyunjin'in acımasız parmakları arasına düşebilir her an. saçlarımı kulağımın arkasına sıyırıyorum ve şimdi onu daha net görebiliyorum.
hayallerimdeki oğlan o. büyük kahverengi gözleri, dolgun pembemsi dudakları, yumuşacık saçları, utanınca allaşan yanakları, bembeyaz boynu, uzun parmakları ve centilmen kişiliği ile o tamamen benim hayallerimdeki insan.
debuttan önce düşmanım, uzun süredir ise en yakın arkadaşım, içimi dökebildiğim sayılı kişilerden.
artık üst vücudu tamamen bana dönük ve gözlerime bakıyor kehribar gözleriyle. elleri vücudunun iki yanında, bir şeye hazırlanıyor gibi bir hali var.
"han jisung," ismim ağzından bir sayıklama gibi çıkıyor. defalarca kez kafatasımın duvarlarına çarpıyor ilahi gibi sesi, beynimde yankı yapıyor her cümlesi.
"senden hoşlanıyorum."
o an her şey duruyor. görüşüm bulanıklaşırken her şey anlaşılmaz bir hale bürünüyor yorgun zihnimde. gözlerimden yaşlar süzülüyor hafif hafif, hyunjin ağladığımı görünce endişeyle doğruluyor yerinde.
"jisung, senden çok hoşlanıyorum." belki de izin versem defalarca kez zikredecek bu cümleyi. ancak bu üç kelime iki kulağımda birden kilise çanı gibi çınlıyor.
avuçlarını tombul yanaklarıma bastırıyor ve dudaklarıyla kapatıyor dudaklarımı. tuzlu gözyaşlarım ikimizin ağzında karışırken fena tutkulu öpüyor beni. korkusuz, sabırsız ve kaybedecek hiçbir şeyi yok sanki.
ona hayatım buna bağlıymışçasına karşılık veriyorum. dillerimiz birbirine dolanıp geceyi ıslak seslere bürüyor ve ben şu an nasıl bu halde olduğumuzu idrak bile edemiyorum.
benden ayrıldığından nasıl bir halde olduğumu tahmin edebiliyorum. bu yüzdendir ki bana sıkıca sarılıyor tam orada. dudakları salyalarım ile parlıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
one way emotion,, hyunhosung
Fanfictionhan jisung'un kendinden ve pis zihniyetinden nefret etmesi icin cok sebebi vardi. threesum!! [devam ediyor]