1. Bölüm

217 35 10
                                    

Gökçe, içinde bulunduğu duruma anlam veremedi. Bunun nasıl olduğunu düşünmek istemesine rağmen 180 olan nabzı yüzünden aklını kullanamıyordu. Bu... Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Yatak odasındaki çift kişilik yatağı değil de kız kardeşiyle kullandığı altlı üstlü ranza duruyordu hemen yanında. Büyük aynalı gardırop gitmiş yerine üç kapaklı dolap gelmişti. Üstelik kapakta Emre Aydın posteri asılıydı. O zamanlarda iflah olmaz bir Emre Aydın fanıydı. Bu durum onu biraz maziye götürüp duygulandırsa da içinde bulunduğu durumdan ötürü hemen toparlandı.

Biraz önce telefonunu düşürmesine sebep olan balkon ise yerini iki gözlü pencereye bırakmıştı. Hemen solunda ise öğrenciyken pek kullanmayı tercih etmediği çalışma masası vardı. Kullanmamasına rağmen sürekli dağınık olurdu. Tıpkı şu an da olduğu gibi. Raflarda görünen kitapların üzerinde ise 11. Sınıf yazıyordu.

"Hayır... Bu bir rüya!" dedi şaşkınlıkla etrafı incelerken. Bu gerçek olamazdı. Evet kocası ve kayinvalidesi onu delirtmişti ama... "Bu kadar da değil!" diye tamamladı iç sesini Gökçe.

"Gökçeee."

Delirmediğini düşünüyordu ancak bu ses nasıl annesine ait olabilirdi? Birden kendini nasıl bu evde bulmuştu? Neydi bu böyle! Boş olan eliyle yüzünü avuçladı. Gayet kanlı ve canlı ele geliyordu. Neler oluyordu?

Odanın kapısı açılıp da annesi içeri girdiğinde ne yapacağını bilemedi.

"Kızım sana sesleniyorum, duymuyor musun?"

Anne... Bir dur lütfen. Şu an karşımda 10 yıl önce Sevim teyzenin gazına gelip kızıla boyattığın saçlarınla duruyorsun.

"Gökçe, alacağım şimdi senin ayağımın altına. Bön bön bakma da gel bana yardım et."

Annesini daha fazla sinirlendirmeden onun peşine yürüdü. Bu sırada evi incelemeyi sürdürdü. Her şey şimdiye değil de 10 yıl öncesine aitti.

"Aa babaanne..." dedi şaşkınlıkla. 8 yıl önce onu kaybetmişlerdi şimdi ise sapasağlam oturuyordu.

"Bismillâhirrahmânirrahim ḵul eùżû bi rabbin nâs, melikin nâs, ilâhin nâs, min şerril vesvâsil ẖannâs, elleżi yûvesvisû fi s̱udûrin nâs, minel cinneti ven nâs."

"Abla ne oluyor, imana mı geldin?"

Konuşan kız kardeşi Göksu'dan başkası değildi. Burada neler dönüyordu? Gökçe nasıl bir rüyanın içine düşmüştü?

Tabaklar elinde gelen annesi "Bugün onun üzerinde bir alıklık var zaten." diyerek konuşunca ona döndü. Tabakları kendisine uzatınca bozuntuya vermeden aldı. Pencere önünde olan masayı hazırlamaya koyuldu. Atışta kalıp sakın olmaya karar verdi. Hem kocasından kurtulmak isteyen kendisi değil miydi?

Kapı zili çaldığında Gökçe masayı tamamlamıştı. Biraz sonra da babası ve abisi peş peşe içeri girdiler. Gökçe dört aydır onları görmediğinden olsa gerek yanlarına gidip önce babasına ardından abisine sarılarak "Hoş geldiniz." dedi.

"Hoş bulduk da..." diyen abisi elinin tersiyle Gökçe'nin alnına dokunup "ateşin falan da yok hayırdır?" diye konuştu.

"Ne yapayım, çok özlemişim sizi."

Masaya yerleşirken konuşmaya devam ettiler. "Daha 10 saat önce beni terlikle kovalıyordun ama sen bilirsin." dedi abisi gülerek.

10 saat önce mi? Aynı şehirde bile yaşamıyorlardı ki? Gökçe dört aydır ailesinden hiç kimseyle yüz yüze görüşmemişti.

"Bugün biraz eserekli bizim kız."

Annesinin sözü üzerine Göksu kıkırdadı. "Babaannemi görünce de Nas okudu." dedi.

"Niye ben c*n miyim?" diyerek elindeki kaşığı tabağının kenarına bıraktı yaşlı babaanne.

Gökçe kız kardeşine ters bir bakış atarken alınan babaannesi için yalan düşündü. Zavallı yaşlı kadının kalbi kırılmıştı.

"Ya ne alakası var?" dedi. Aklına çalışma masasında gördüğü kitaplar geldi. "Din hocası ezberleyin demişti, öyle kendi kendime tekrar ettim unutmamak için."

Yaşlı kadın ikna olmuş olacak ki yemeğini yemeye devam etti. Gökçe olayın şokunu içinde yaşarken diğer yandan ailesini çok özlediğini farkına vardı. O yaşlarda ailesiyle bir masada oturmanın kıymetini anlamıyordu belki ama şu an 27 yaşındaki Gökçe olarak bunun bilincindeydi. Tadını çıkarsa fena olmazdı.

Yemeğin ardından Gökçe mutfağın toparlanmasına yardım ettikten sonra odasına yönelince annesi "Sevim teyzeler gelecek. Odaya kapanıp kalma." dedi.

"Ailecek mi?"

"Evet."

Başta tedirgin olsa da bunun gereksiz olduğuna kanaat getirdi. Neticede kendisi 27 yaşında olsa da 17 yaşındaki halindeydi. Hem şimdi onu istemeye gelmiyorlardı ki. Ayrıca tam tarihinden emin olmasa da o olayın daha 2-3 senesi vardı.

Odaya girdiğinde Göksu elinde telefonla uğraşıyordu.

"Bugün de yeni bölüm gelmedi."

"Efendim?"

"Yabancı'ya ya. Aylardır bekliyoruz."

"Ne diyorsun Göksu? Ne yabancısı, neyi bekliyoruz?"

"Abla sen iyi misin? Ediz, Doğa falan... Tamam biraz geç geliyor da 500 kere okuduğun şeyi unutamazsın."

"Haa o mu? Çok dert etme ya onu. Kitabını alır okursun."

"Yok sen gerçekten iyi değilsin bugün."

Gökçe onu duymazdan gelerek çalışma masasının sandalyesini çekip oturdu. Cebine sıkıştırdığı telefonu çıkardı. Hemen instagram hesabına girdi. Logosu ve içeriği eskiydi. Profiline girdi. Sadece iki gönderi vardı. Üstelik daha sonradan kaldırmış olduğu gönderilerdi. Birinde tek başındaydı sağ alt köşede retrica yazıyordu. Diğerinde ise en iyi arkadaşı Betül ile beraber gittiği hamburgercide çektikleri öz çekim vardı. Cidden çok korkunç görünüyorlardı. Hiç düşünmeden her ikisini de sildi.

Sonra birden "Ben ne yapıyorum?" diyerek kendine geldi. Buraya nasıl gelmişti? Ne işi vardı burada? Kendini düşük bütçeli zaman yolculuğu filminde hissediyordu.

O filmdekiler gibi düşünürse belki geri dönebilirdi. Acaba yokluğunu fark etmiş miydi kocası? Orada neler oluyordu? Kesin kayınvalidesi olacak cadı kına yakıyordu. Hiç gidip onlarla muhatap olası yoktu da sorumlu olduğu bir iş yeri vardı. Patron onu kovar mıydı? Evliliği yolunda gitmezken bir de işini kaybedemezdi. Bir yolunu bulup geri dönmek zorundaydı.

Geçmiş Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin