2. Bölüm

166 31 12
                                    

Gökçe, yeni güne gözlerini açıp tavanla bakışırak yaşananların rüya olduğunu düşündü. Ancak bu birkaç saniye sürmüştü. Çünkü kafasını çevirip etrafına baktığında kardeşiyle paylaştığı odadaydı. Zaten yatak odasında tavan bu kadar burnunun dibinde değildi.

Acaba sonunda kafayı yemişti de bir akıl hastanesinde miydi? Kocasından ve kayınvalidesinden bıktığı için kendini dönmek istediği zaman diliminde mi sanıyordu? Birden yastığının altındaki telefon titreyerek çalmaya başlayınca herhangi bir sanrı dünyasında olmadığına ikna oldu. Telefonu yastığın altından alıp alarmı kapattı. Sabahın köründe neyin alarmı diye düşünmeye kalmadan ranzanın alt katında yatan kardeşinin  sesini duydu.

"Abla... Uyandın mı?"

"Evet."

"Anneme söyleyip okulu ekelim mi?"

"Okul mu?"

"Evet ekelim işte, gitmeyelim diyorum."

Gökçe yavaşça doğruldu. Bu yaştan sonra bir de okula mı gidecekti? Bir an önce bu kabustan uyanması gerekiyordu. Hayatının en kötü dönemi lise dönemiydi. İçine kapanık, pek de özgüveni olmayan bir tipti. Üstelik sınıfındaki çoğu kişiden de nefret ediyordu. "Bence de gitmeyelim." diye cevaplasa da kardeşini odaya annesi girdi.

"Kızlar, kalkmıyor musunuz?"

"Biz bugün okula gitmiyoruz."

"Her sabah aynı mesele! Kalkın çabuk beni bağırtmadan!"

Annesinin bu sözleriyle o günleri anımsadı. Gerçekten de iki kardeş birlik olur okula gitmemek için direnirlerdi. Annesi bağırış çağırış ile onları okula gönderirdi. Gökçe annesinin o bağıran halini bu yaşında tekrar yasamak istemiyordu. Bu yüzden en iyisi okula gitmekti.

"İnanmıyorum sana abla! Hemen beni sattın."

Gökçe ranzanın üstünden inip "Kalk da annemi sinirlendirmeyelim." dedi ve üzerinde Emre Aydın posteri olan dolabı açtı. Okul üniforması orada olmalıydı. Onları çıkardıktan sonra banyoya gitti.

12 saat önce 2024 yılından gelmiş gibi değil de gerçekten 2014 yılında yaşıyormuş gibi okul için hazırlandı. Aynada kendine bakarken "Ne kadar gençmişim." diye düşündü. Kocası ve kayınvalidesi onu bir senede on yaş yaşlandırmıştı.

"Abla çıkar mısın artık!"

"Çıkıyorum be patlama."

Biraz sonra banyodan çıktığında Göksu içeri girmeyip ona baktığında "Ne bakıyorsun?" diye ters bir şekilde sordu. Çünkü kardeşinin bakışları imalı görünüyordu.

"Hayırdır? Nedir bu özenmeler?"

"Ne özenmesi kızım her zamanki halim."

Göksu "Ya bırak... Sen saçını bile taramadan topluyorsun." dedikten sonra sesini kısarak devam etti. "Yoksa sen, Mete için mi süsleniyorsun?"

Mete? Birkaç saniye kim olduğunu hatırlamaya çalıştı ve gözleri şaşkınlıkla açıldı. Lisede platonik aşık olduğu, aşkından 45 kiloya kadar düştüğü Mete... Aptalsın Gökçe. O çocuk için o hallere düşmeye değer miydi Gökçe!

"Ne alakası var? Ben kendimi iyi hissettiğim şekilde yaşıyorum artık."

Odaya gidip üzerini değiştirirken Mete'yi düşündü. Mete, okulun en yakışıklı ve en havalı çocuğuydu. Çoğu kız gibi Gökçe de ona aşıktı. Aslında düşününce bunun aşk olmadığını anlayacak yaştaydı. O zamanlar için duyulan bir ilgiydi. Asla birlikte olamayacağını bildiği gözünde gereksiz büyüttüğü biriydi. Aşk değil hayranlıktı. Tabi Gökçe bunu o zaman değil de şu an fark etmişti.

Geçmiş Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin