for my baby's freedom.

97 18 43
                                    


ben han jisung, lee minho'nun aşığı, sevgilisiyim. ayrıca onu hayatı boyunca korumaya yemin etmiş şövalyesiyim. lee minho ise; tüm kötülüklerden uzak, saflığın ve güzelliğin vücut bulmuş hali.

ve ben, şu anda hep yaptığım gibi onun balkonuna girmiştim. yanındaki kocaman ağaç sağ olsun, ona tırmanıp giriyordum.

bana verdiği anahtarla balkon kapısını açtım, kendimi onun yatağına attım. iki gün olmuştu o ailesinin evine gideli, çok özlesem de adına mutluydum.

abisi yüzünden.

abisi ciddi anlamda psikopatın tekiydi, minho'ya cehennem hayatı yaşatıyordu. sevgilisi olan ben, onu görebilmek için fırsat kovalıyordum. bazen ise sonu kötü bitiyordu.

abisi sanırım evde değildi, evi gezebilirdim. niçin bilmiyorum fakat adımımı bile atmadığım bu ev benim içimde merak uyandırıyordu.

yavaşça minho'nun odasından çıktım, eve göz attım. fazlasıyla basitti. minho'nun odası, abisinin odası, salon ve mutfak. küçük fakat iki kişi için ideal bir evdi.

salona geçtim, salonda minho'nun abisiyle olan fotoğrafları vardı. kabul, abisi minho'yu çok seviyordu fakat sevgisi hastalıklıydı. hastalık derecesinde seviyordu.

ve boş olan duvara cennetten inmiş gibi asılmış bir portre duruyordu, minho'nun portresi. boya ile yapılmıştı, abisinin yeteneği olduğunu biliyordum ama bu...

kesinlikle muhteşemdi.

sonrasında kapının çevrilme sesini duydum, abisi eve gelmişti. telaşla nereye kaçacağımı düşündüm, hemen minho'nun odasına saklanmak için koşmuştum. fakat yakalanmaktan kaçış yoktu, abisi beni görmüştü.

"minho, erken mi geldin bebeğim?"

beni minho sanmıştı, hemen balkondan atlamak istedim, fakat kapıyı açamadım. anahtarı arıyordum, bulamamıştım.

"minho, cevap ver bana!"

öylece dikilip kalmıştım, ne yapacağımı şaşırmıştım. son kez aynadan kendime baktım, korkmuş gözüküyordum.

"oyun mu oynamak istiyorsun bebeğim?"

gittikçe yaklaştı, kaçacak yerim yoktu. ve kapı açıldı. beni gördüğü gibi şok olmuştu.

"senin ne işin var burada!"

sesim kesilmişti, tamam cesur birisi sayılırdım fakat karşımda iki katım bir adam duruyordu.

"ben-"

konuşmama izin vermeden yakama yapışmıştı, onu itmeye çalıştım fakat başarılı olamadım.

"demek minho'mun sevgilisi sensin, sevgilisi olmasını bırak, sen erkeksin! hep minho'nun aklını sen karıştırıyorsun değil mi, seni öldüreceğim!"

boğazımı sıkıyordu, nefesim gittikçe çırpınıyordum ama nafile, çok güçlüydü.

minho'nun çalışma masasına yatırdı, işine devam ederken kendimi korumak için minho'ya hediye ettiğim vazoyu zor da olsa elime aldım, sonra ise karşımdaki adamın kafasına son gücümle vurdum.

yere yığıldı, kafası kanıyordu.

ben ne yaptım? yaşayacak mıydı? ya da, yaşamalı mıydı?

yaşamayı hak etmiyordu, tam şu an onu öldürüp bebeğimin özgürlüğünü alabilirdim. evet yapabilirdim.

bayılmış adamı orada bıraktım, mutfaktan bulduğum bir poşeti alıp adamın kafasını sardım kan sıçramasın diye.

ardından kafasına vurdum, tekrar ve tekrar. öldürene dek devam ettim, sonunda öldüğünden emindim. geceyi beklemek istedim, bu halde onu kendi evime götüremezdim.

bekledim ve bekledim.

gece olunca, yerde bulduğum balkon kapısının anahtarı ile kapıyı açtım, adamı sürükleyip balkondan aşağı attım. fazlasıyla ses çıkmıştı. fakat elimden bu gelirdi, sonrasında ben de ağaç yardımıyla aşağı indim.

minho ile evlerimiz yan yanaydı, bu sayede kendi evimin bahçesine attım cesedi. arkaya dek sürükledim. ellerim kan içindeydi.

evime gittim, süs olarak kullandığım baltamı elime aldım. bunu kullanacaktım, duvara tutuna tutuna gidiyordum. her yerim tir tir titriyordu. sonunda bahçeye geri çıktım.

hareketsiz, buz gibi yatan beden, sanki hareket etti. bana doğru geldi, çığlık ata ata beni sen öldürdün dedi. yere yığıldım. hepsi kendi bilinç altımın oyunuydu farkındaydım fakat korku tüm bedenimi sarmıştı.

ayağa kalkıp cesedi parçalamam, ondan sonra ise gömmem gerekiyordu.

kalktım, başım korkum yüzünden dönüyordu. polis beni bulur muydu, mahkemeye çıkar mıydım, itiraf etmek zorunda kalır mıydım?

sonrasında ise, tüm cesaretimi toplayıp kıyafetlerini çıkardım soğuk bedenin. sonra, baltayı tüm gücümle tuttum ve uzuvlarından parçalamaya başladım cesedi.

işim tahminimce 2 saat sürmüştü. bana göre ise, 2 yıldan fazla sürmüştü.

ondan sonra ise yorgunlukla oturdum. kimse beni görmüyordu biliyordum, ama sanki, birileri izliyordu.

boş vermek istedim.

bagaja yürüdüm, oradan bulduğum küreği elime aldım. bahçeye yürüdüm ve yeri kazmaya başladım.

genişçe bir yer açtıktan sonra, vücut parçalarını oraya attım daha sonra ise kıyafetlerini de oraya attım. üstünü toprakla kapattım.

belli olmasın diye, tüm bahçeyi kazdım. soran olursa, minho'nun hep istediği çiçek bahçesini ekmek için kazdığımı söyleyeceğim.

her şey bittiğinde, baltamı ve küreğimi yıkadım. bir kenara koydum. arından, banyoya gittim ve kıyafetlerimi yıkanması için kirli sepetine attım. kendimi duşa attım, yıkandım. tamamen iyi hissettiğimde duştan çıktım.

elime banyoya bulduğum tüm temizlik malzemelerini aldım, bir kovaya koydum ve birkaç bez aldım.

ilk önce evimdeki kan izi olan duvarları sildim. sonra tektardan minho'nun evine girdim. sırt çantasına koyduğum kimyasalları çıkardım yavaş yavaş. minho'nun odasında kan sıçrayan yerleri özenle sildim.

boğuşma sanki hiç olmamışçasına her yeri temizledim, dokunduğum her yeri de sildim. eve hiç girmemişim gibi davranacaktım.

burası da hallolduğunda, kendi evime gittim. odama girdim, yatağıma uzandım.

han jisung:
seni çok özledim, güzel sevgilim.
(05:43)

sevgilime yazmak beni tek rahatlatacak şeydi, öyle de oldu. biraz sonra uyuyakaldım.

iğrenç bir uykuydu, minho'nun abisini düşünmekten doğru dürüst uyuyamamıştım. sıkıntıyla uyandım. minho yazmıştı.

lee minho:
bu saatte neden uyanıktın?
(08.12)

han jisung:
bilmiyorum, uyandım bir anda. sen niye uyanıksın?

lee minho:
eve geri dönüyorum.

i killed someone for u,, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin