#lee
jisung'un elleri saçlarımda, yüzüm duvara çok yakınken elbette korkuyordum. fakat bir yanım, jisung'un bana zarar vermeyeceğini düşünüyordu, hala.
"jisung, lütfen-"
"jisung mu?"
tanrım, aşkım denediğimde gerçekten deliye dönüyordu.
"aşkım, lütfen, beni korkutuyorsun."
saçlarımdaki elleri daha da sıkılaştı, çekip kendine yaklaştırdı beni.
"bak sevgilim, hayatın, artık benim. anlıyor musun? ne biriyle konuşabilirsin, ne biriyle görüşebilirsin. ben istemezsem, yemek bile yedirmem sana. istemezsem nefes bile alamazsın. anlıyor musun minho?!"
gözlerimden yaşlar akarken, kafamı saklamakla yetindim. anlıyorum jisung, yemin ederim anlıyorum.
"ve artık okula gitmeyi, dışarı çıkmayı, arkadaşlarını unut. hepsine minho da kayboldu dedim, her yerde seni ararlarken sen dizimin dibinde oturup, hiçbir şey yapmayacaksın. bu şekilde güvende olacaksın."
dizlerim tutmuyordu, jisung bunu anlayınca ellerini yukarı kaldırdı. saçlarımı tuttuğu için ister istemez beni de kaldırdı, ufak bir çığlık düştü dudaklarımdan.
"çığlık atabilirsin dedim mi sana?"
bir elimle onun elini tuttum, diğer elimle ağzımı kapattım.
"aferin, şimdi git kıyafetlerimi getir. işe geç kalacağım."
beni değersizmişim, sanki bir çöpmüşüm gibi bir kenara attı. yere düştüm. o da salona gitti, salondaki portremin karşısına oturdu, abimin çizdiği portremin..
"hala orada mısın bebeğim?"
jisung, git gide abime benziyordu. hayır, abimden daha da beter oluyordu.
yavaşça kalktım, ütülediğim kıyafetleri elime aldım. jisung'un yanına geldim ve uzattım.
kıyafetleri alıp masaya koydu, oturduğu koltuğa geri oturup kucağına çekti beni. az önce çekmekten koparttığı saçlarımı okşuyordu şimdi de.
"özür dilerim sevgilim, çok mu kaba davrandım? gitmenden korktuğum için, seni kaybetmekten korktuğum için bebeğim..."
gözleri boncuk boncuktu, damlalar akıyordu.
"ailem yok benim minho, tek varlığım sensin. sen de bırakırsan, ben ne yaparım?"
içimdeki tüm siniri, bu almıştı. lanet olası aşkım, beni bu hale getirmişti.
konuşmak istedim. "hayır aşkım, seni bırakmayacağım. seni çok seviyorum."
onu seviyordum, ona rağmen.
"minho, sen beni bırakırsan, intihar ederim. bunun olmasını istemezsin değil mi?"
belime sarılmış, hüngür hüngür ağlıyordu. bu ne demekti? jisung, az önce böyle değilken, nasıl böyle oldu?
gözlerini sildim. "işe geç kalacaksın, aşkım..."
"evde olacaksın değil mi minho? bir yere gitmeyeceksin değil mi, sevgilim?"
saçlarını tuttum, onun aksine tatlı bir tutmaydı bu. "aşkım, seni bırakacağım gün, öldüğüm gündür."
beni kucağından indirdi, koltuğa oturttu. kıyafetlerini çıkarıp masadakileri giydi. "ben ölürsem, benimle beraber gel minho."
ona baktım. "geleceğim jisung."
gözleri açıldı, "jisung demenle alakalı ne demiştim bebeğim?"
evet, hala ona jisung dememi istemiyordu.
korkuyla saçlarımı karıştırdım, gergince gülümsedim. "özür dilerim, sevgilim."
"aferin minho, seni seviyorum bebeğim."
eğilip alnımı öptü, sonra dudaklarımı da öptü ve emip geri çekildi, saçlarımı karıştırıp kapıya yöneldi ve çıktı. sonrasında, kapıyı kilitledi.
jisung'un sevgisi, yavaş yavaş acıtıyordu. farkındaydım, fakat karşı gelmek çok zordu.
oturdum düşündüm, elimden gelen tek şey istediklerini harfiyen yapmaktı. şimdi kalkıp onun için yemek hazırlamalıydım, işten gelince sinirlenmesini istemem.
istemeyiz, değil mi?
son günlerde, sanki evde tek değil gibiydim. sanki sürekli izleniyor gibiydim, ya da yanımda biri varmış gibi.
garip, sanırım aklımı kaçırıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i killed someone for u,, minsung
Fanficsenin için birini öldürseydim, beni sevmeye devam eder miydin sevgilim?