"Ara vermeli miyiz?" diye sordu.
"Ha? Ne için?" basımı kaldırdım ve ona baktım."Yani, ders iki saat sonuçta. Aralıksız devam mı edelim yoksa kısa bir mola verelim mi?"
Başımı iki yana salladım. "Gerek yok, devam edelim." dedim.
Sanki ara vermek istersem onun zamanını çalarmışıö gibi hissederdim, bu yüzden gerek yok demek zorunda hissetmiştim kendimi.
"Peki." dedi ve soru kitabını önüme doğru itti. Kitaba doğru kambur bir şekilde eğildim ve en son kaldığımız sorudan devam ettim.
"Hep az mı konuşursun yoksa bu sessizlik bana mı özel?" diye sordu ben henüz soruya okumayı bitirmemişken.
Peki, anlaşılan ara verecektik.
"Yani." dedim. Yanı kelimesi olmasa mükemmel hiçbir soruya yanıt vermezdim. Yani. Mükemmel bir kelimeydi.
"Okulda hiç arkadaşın var mı?" diye sorduğunda sormaktaki amacını anlayamamıştım.
Elimdeki kalemi bıraktım ve arkama yaslandım. "Var gibi." dedi.
Bıraktığım kalemi eline aldı ve parmaklarının arasında hızla çevirmeye başladı. Hiçbir zaman sevmediğim o göz temasından kaçınmak için elindeki kalemime bakmaya başladım.
"Anladım." dedi gözlerini kısıp başını sallayarak.
Sessizlik olunca tekrar soruya döndüm, ama elimde kalem olmadığı için hiçbir şey yazamadım. Kolunu benim sandalyemin arkasına atmış, elindeki kalemimi çevirmeye devam ediyordu.
"Bu arada hiç sormadım ama su falan ister misin? Kahve de yapabilirim hemen."
"Su yeterli." dedim. "Teşekkürler." diye ekledim.
O kalkıp mutfağa gitmeden önce kalemimi masanın diğer ucuna bıraktı.
Yalnız yaşayıp yaşamadığını merak ettim. Evi hızlıca inceledim. Lüks ve geniş bir daireydi. Tek kişi için fazlasıyla yeterliydi. Siyah deri kanepenin karşısınd geniş pencerelerin ardındaki manzaraya baktım. N Seul Kulesi buradan görünüyordu. Harika bir manzaraydı.
Şehre tepeden bakmak ürkütücü ve bir o kadar da güzeldi.
Elinde iki buzlu su bardağıyla döndüğünde ben de önüme dönmüş etrafa bakınmayı kesmiştim.
Bir bardağı bana uzattı. "Sana sormadan buz koydum, sorun olur mu?" dedi gözleriyle bardağımı işaret ederek.
"Hayır, hiç sorun değil. Teşekkürler." dedim.
Artık daha uzun kelimeler kurmak için kendimi zorluyordum çünkü o da sohbet başlatmak için kendini zorluyordu. Kendimi kötü hissetmiştim. Ancak bir sonraki derste daha iyi olacağından emindim, hep böyle olurdu, ilk gün berbat geçer ama ikinci ve üçüncü günler harika geçerdi.
Peki, harika geçmezdi ama fena değildi işte. Bu benim için yeterliydi. Fena olmamak.
"Demek arkadaşın var gibi." dedi. Sohbet başlatma çabası hoşuma gitmişti. Hızlı pes etmemişti.
"Evet. Fazla takıldığımız yok ama arada konuşuyoruz işte." dedim.
Harfleri karıştırmadan ve dilim sürtüşmeden bu kadar çok kelime söylediğim için sevindim.
Anksiyetenin canı cehenneme.
"O halde teneffüslerde sık sık başka sınıfların kapısında dikilir misin?"
Ah o lanet olası konu.
Güldü. "Şaka yapıyorum be, ciddiye alma."
"Ah, tamam." diye mırıldandım.
"Bu kadar kaynatmak yeterli öyleyse, hadi birkaç soru daha çözelim." dedi ve masanın diğer ucundaki kalemime uzanıp bana verdi.
"Al bakalım."
Al bakalım mı?!
Benimle çocuk gibi mi konuşuyordu yoksa bana mı öyle geliyordu? Sinirime dokunmamış değildi. Yinede ona edecek lafım yoktu. Bu tavrını umursamadan kalemimi aldım ve soruya döndüm.
Soruyu okumama rağmen anlamayınca öylece bekledim. Bir şey demedim ve kendimi anlamaya zorladım.
"Anlatayım mı?" diye sordu. "Sonuçta bunun için burdayım."
"Olur." dedim içimden şükrederken.
Elini uzattı. Öylece eline baktım ve en sonunda neyi kastettiğini anlayıp kalemimi on verdim.
"Teşekkürler." diye mırıldandı ve hızlıca soruyu bir mırıltı gibi okudu.
Kağıda bir formülü yazdı ve bana baktı. "Bu formülü ezberlemelisin, zaten uzun değil. İkinci döneme geçtiğinde karşına çok çıkacak."
Çantamdan bir defter çıkarıp berbat bir yazıyla formülü not aldım.
"Tamam." dedim.
"Tamam." dedi o da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seukinsip | Minsung
Fanfiction*Seukinsip: Korece'de fiziksel temas yoluyla oluşan duygusal bağ anlamına gelir. Han, lise bire geçtiğinde baskıcı ailesi onun ders çalışması konusunda zorlar ve lisenin zor olduğunu defalarca ona anlatır. Aldığı düşük notlar babasını çileden çıkarı...