Believe your lie
[Yalanına inan]•••••
Terk edildiği an yapması gereken bir şey olmadığını biliyordu. Kendini bunun için pek yoramazdı.
Zaten ne yapabilirdi ki?
Peşinden gitseydi sadece daha fazla nefret alacaktı, o kadar. Belki de kalbini de bu aşk hikayesine inandırmaya devam etmesi gerekiyordu. Beyni ne kadar öyle olmadığını bilse de. Sadece herkesin öyle bilmesi daha iyi olacak gibiydi.
Yoonginin onu terk etmesinde kendisi de suçluydu bi' bakıma. Bu ilişkide duygularını gizlemen gerekirdi, lakin Jimin oyunu kuralına göre oynamak yerine istediğini yapmıştı. Ki, her şey bu yüzden Namjoonun dediğine gelip çıkmıştı.
Gerçi oyunun kurallarını yazan Jimindi, yani ne yaparsa yapsın sonu aynı yere çıkacaktı.
O gittikten sonra bir kaç dakika kapıya bakmış, gelmeyeceğini anlayınca yerine yatmıştı. Fakat sadece uzanmıştı, uyumak yerine ağlamıştı. Her zaman inlemelerin dolaştığı kat bu sefer hıçkırık sesleriyle doluydu.
Gerçi bu birliktelik için fazla çaba göstermemişti. Çünkü çoktan okuduğun hüzünlü bir kitabı ikinci kez okurken ağlamazsın. Sonuçta finalini biliyorsun. Sadece birazcık havaya girmesi gerekiyordu. Biraz kendini psikolojik olarak manipüle etmeliydi, ve bedenini mahvolduğuna inandırmalıydı.
Bu Park Jimin için bir oyundu ve o da bu oyunu zevkle başlayıp, zevkle bitirecekti. O sinsi ve güçlü kişilikti.
Güneş yerini Aydan aldığı zaman sadece gözlerini kapatmış, ağlamaya bir son vermişti.
Jimin gözlerini kapattıktan sadece bir saat sonra, bir aramayla kalkmıştı. Ve tabii ki de arayan kişi Jisungdu. Yeni çekimlerine başladığı bir parfüm markasının stüdyosunda çalışan, kendisine fazla yardımcı olan kişiydi.
Bundan tamı tamına bir yıl önce tanışmışlardı, ve tanışma hikayeleri fazla karışık olsa da bir havalimanı olduğunu söylemek daha kısa olurdu. Ara sıra sanaldan konuşurken bu şekilde yeniden karşı karşıya gelmeyi düşünmüyorlardı.
-Bu gün markayla anlaşman var, işe gel. Marka sahibi mükemmel fotoğraflar istiyor fakat istediği seviyede olamayacak... Daha fazlası ve iyisi olacak, olmak zorunda
Dediğinin aynısı buydu. Ve siyah saçlı da bunları beynine kazımıştı. Bu gün markayla anlaşma yaptığı için çekime gidecekti. Bu gün çekim vardı. Bu gün işten ayrılacaktı.
Evet, buna sadece bir dakika içinde karar vermişti. Önemi yoktu, sadece Yoongiden sonra hayatı bir çöle dönüyor, siyah saçlı kendini soyutlamaya başlıyordu. Her şeyden, ve her şeyden uzaklaşıp kendi köşesine çekilmek istiyordu.
Fakat kendi köşesinde istediği tek şey kendi kararlarını vermesi, aynı zamanda verdiği kararın yanlış olmaması. Tek dileği, buydu. Acı çekmek istemiyordu, verdiği kararlar onu uçuruma kadar getirmişti, ve oradan başkasının yardımı olmadan kurtulamamıştı.
Üzerindeki yorganı bir kenara atıp ayağa kalktı. Bu günü bitirmek zorundaydı. Hâlâ hayattaydı, bu yüzden ölmüş gibi davranmasına daha vardı.
Her zaman yalnız girdiği banyoya doğru düzensiz adımlar atıp burnunu koluna sildi. Girdiği gibi onu karşılayan şey aynaydı. Sanki 'Park Jimin bak! Bu sefil haline bak!' diye bağırıyordu.
Aynaya bakınca artık dağınık haline gülümsemiyor, ifadesiz kalıyordu. Önceden gülümseyebileceği bir neden vardı, o da dün gece güzel bir şeyler yaşamış olmalarıydı. Ama şimdiyse, geçmiş hakkında düşünmek bile istemiyordu. Çünkü lanet edilesi bir geceydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hotel Room | YoonMin
Fanfiction-Seni anca 5:30'da sikerim Sana "benim" diyebileceğim tek zaman