"Söylemeye dilim varmıyor aslında ama söylemedende edemeyeceğim."
Oturşunu dikleştirdi,yutkundu. İyi bir konuşma için tüm özellikleri karşıladığını düşündüğü anda söyleyeceklerini merakla ve endişeyle bekleyen gözlere baktı.
Gözlerinin ardındakileri görmekten korktu,bu yüzden bakışlarını soluk renkli soyulmuş duvara yönlendirdi. Üzerinde biri yürüdüğü anda gıcır gıcır ses eden fayanslara baktı bazen,insanlar geçtikçe kim geliyor gidiyor diye baktı. Sonra gözlerini o ayakların bastığı eskimiş,içi kim bilir kaç bin türlü kurtla dolu olduğuna emin olduğu ağaçtan parkelere çevirdi.
Karşısındakinin gözlerine bakmamak için her türlü yolu denedi anlayacağınız...Karşısındakinin sabırla bekleyişi hem bir rahatlama hemde bir endişe hissi veriyordu istemsizce. Ama artık dayanamadı,konuşmaya başladı. Kelimeler ağzından bir bir döküldü. Öyle kolay sindirilmeyecek şeyler söylemesine rağmen bir çırpıda söyleyivermişti uzun süredir demek için kıvrandığı gerçekleri.
Şöyle başladı sözlerine "Bunların hepsi senin iyiliğini düşündüğüm için..." sonra anlattı bir bir her şeyi.Konuşmasını bitirdiğinde göz teması kurmaktan kaçınmaya devam etti. Asıl onu korkutan baştaki bakışları değildi zaten,şimdiki bakışlarıydı. Baksa o gözlere neler neler görecekti kim bilir. O zaman yüreği paramparça olur,ruhu çekilir,bakışların sahibi kadar olmasada çaresizlik içinde kıvranırdı.
Karşısındaki ise hiçbir şey diyemedi. Ne diyebilirdi ki? Nasıl başlanırdı söze? Konuşmak hiç bu kadar zor olmamıştı belkide. Keşke sadece bu kadarla kalsaydı. Ancak içinde buruk bir acı,kontrol edilemez bir sızı vardı. O kadar yakıyordu ki bedenini, dayanılmazdı.
İçten içe yanıyor,sıkılıyor çaresizlik içinde kıvranıyordu.
Bir sağa bir sola doğru dönüyor ne yapacağını bilmiyordu. Gerçeklerin bu kadar canını acıtacağını hiç düşlememişti.
Güçlü sanmıştı kendini,hangi gerçek onu zayıf düşürebilirdi ki? İmkan vermiyordu buna. Hazırlıksız olmasaydı,hazırlasaydı kendini acıya daha az acı hissederdi belki.Arkasına yaslandı. Soluk renkli soyulmuş duvarlara o da baktı. Baktı,baktı,baktı. Hiç bir şey düşleyemiyor,hissedemiyordu. Bir iki söz tüm hislerini,düşüncelerini alıp götürmüştü sanki. Bir süre bekledi,ne yanındaki bir daha laf etti ne de kendisi. En sonunda hiçbir şey demeden kalkıp çekip gitti.
O büyük sözlerin sahibi çaresiz kadın ise arkasından bakakaldı. İyi mi yapmıştı,kötü mü yapmıştı bilemiyordu. Uzun uzun baktıği hastane duvarları bile belki bu acıya,bu sözlere dayanamayacak hâle gelir yıkılıp,giderdi. Ama yıkılmasına rağmen göçen molozların arasındaki,içindeki acı her zaman taze kalırdı. Nice feryatlar,nice hikayeler duymuş nice yaşanmışlıklar görmüş bu hastane bile dayanamazdı bu acıya.
"Ah,benim güzel yavrum..." diyebildi kadın sadece arkasından. Sonra gözyaşlarını tutamadı. Ağladı,ağladı. Ağlarken arada ağzından az önce büyük bir çaresizlikle kalkan adamın adı dökülüyordu... Sonrada feryatlar...