Gece, hüzünle sarılmış bir kasabanın sokaklarına ince bir sis çökmüştü. Rüzgar, yaprakları hışırtısıyla dans ettirirken, gökyüzü karanlık bulutlarla kaplıydı. Sokak lambalarının titrek ışıkları, çaresizce aydınlatmaya çalıştıkları yolu gizemli bir hava katıyordu.
Genç adam, adımını her attığında sanki geçmişine bir adım daha yaklaşıyormuş gibi hissediyordu. Önünde uzanan bu sessiz sokaklar, yıllar önce terk ettiği evinin bulunduğu mahalleydi. Zihnindeki karmaşık duygularla boğuşurken, aklına bir zamanlar sevdiği kız geldi. O kız ki, yıllar önce onun hayatında bir fırtına gibi esmiş, ardında derin izler bırakmıştı.
Anılar, genç adamın içini buruk bir hüzünle doldururken, birden önünde beliren eski evin kapısına doğru yürüdü. Kapı, sessizce açıldı ve içeri adımını attığında, yıllar önce terk ettiği o eski evin kokusu burun deliklerine doluverdi.
Odasına girdiğinde, her şey olduğu gibi duruyordu. Eski kitaplar, eskimiş mobilyalar, duvarlardaki fotoğraflar... Ve o fotoğrafların arasında, genç adamın yüreğine bir hançer gibi saplanan o kızın fotoğrafı.
Yıllar önce ayrılırken, genç adamın içinde bir boşluk oluşturan o kızın hatıraları, şimdi yeniden canlanıyordu. Ne kadar uzaklaşmış olsa da, onun varlığı hala onu hapsediyordu.
Birden, kapı açıldı ve karşısında o kız belirdi. Zaman durmuş gibiydi. Birbirlerine bakarken, içlerinde binlerce duygu coşuyordu.
Sözler döküldü dudaklarından, ama kelimelerin yetersiz kaldığı bir anda, sessizlik hüküm sürdü. Gözleri, birbirlerine anlatamadıklarıyla doluydu.
Sonra, bir adım attılar ve kollarında buluştular. İki yitik ruh, yıllar sonra yeniden buluşmanın huzurunu yaşarken, geçmişin acıları aralarına girmeye çalışsa da, onları bu kez ayıramadı.
Ve o gece, kaybolmuş aşkın, buluşmanın ve yeniden doğuşun hikayesi, o eski evin sessiz sokaklarında yazıldı.