oy vermeyi unutmayın!! iyi okumalarr
★
Chanların buraya ilk taşındığı günü sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Doğum günümden birkaç gün önceydi, dedemi kaybettiğimiz için doğum günü kutlaması yapmayacağız diye üzülüyordum. Kulağa biraz garip gelebilir ama dedemle aynı apartmanda oturmamıza rağmen pek yakın değildik. Babamlar çok giderdi dedeme ama ben gittiğimiz de oturma odasına geçip Sünger Bob izlerdim sürekli. Yaptıkları sıkıcı aile muhabbetleri canımın sıkılmasına sebep oluyordu.
Chanlar da dedemi kaybettikten az çok iki ay sonra gelmişlerdi. Annesi mahalleye hızlı adapte olamadı, ilk başlarda sadece annemle takıldılar ama annemin de diğer mahalledeki dedikoducu kadınlardan pek bir farkı yoktu. Annem, Chan'ın annesini mahalledeki diğer kadınlara da onun adına tanıttıktan sonra pek istemese de birileriyle arkadaş olmaya başlamıştı.
Chan babasının işi yüzünden arkadaşlarından uzaklaşıp buraya geldiği için mahallede bir süre epey sinirli gezdi. Gözlerine baktığımda burayı istemediğini çok net bir şekilde hatırlıyorum. Bir gün bize misafirliğe geldiler annesiyle, Chan'la tanışmak istediğim için hemen oyuncaklarımı çıkardım. Tabii düşünemedim o an bu yaşta çocuk ne oyuncağıyla oynayacak diye.
Onu odama çağırdığımda onun kadar ben de çekingen davranıyordum. Odama istemeyen adımlarla da olsa gelince oyuncaklarımı görünce gülümsedi. Hot Wheels arabalarından oluşan bir koleksiyonu varmış, ben de, kendinde olmayan arabaları görünce koşarak "Bunlar benim olabilir mi!" diye sordu. Benim için önemli oyuncaklar değillerdi, belki arkadaş olabiliriz umuduyla arabalarımı vermeyi kabul ettim.
O gün biraz sohbet ettik. Daha doğrusu etmeye çalıştık. Ben on, o on beş yaşında olduğu için pek de sohbet edebildiğimiz söylenemez ama bir şekilde anlaştık o gün.
O günden sonra birkaç gün tekrar bize gelir diye düşündüm, gelmedi. Sonunda dayanamadım ben gittim, küçük yumruklarım ve sinirli kaşlarımla çaldım kapısını. Kapıyı Chan açtığında "Ben sana arabamı verdim arkadaş olduk, neden gelmiyorsun bizim eve?" diye saçma bir sitem etmiştim. Chan gülerek cevapladı beni. Tabii benim o yaşta dert edecek pek fazla sınavım olmadığı için sınavlarının olduğu aklıma gelmemişti.
O günden sonra ben ona uyum sağlamaya çalıştım. Chan'ın benden başka arkadaşları oldu ama sırf ben küçüğüm diye beni dışlamazlık yapmadı hiçbir zaman. Beni yabancı olduğum ortamlarda bile çok iyi hissettirdi. Özel bir gayret göstermesine gerek yoktu iyi hissetmem için, onun olduğu yerde ister istemez kendimi güvende hissediyordum.
Ona karşı garip bir hayranlığım oluşmaya başladı. Bunu fark ettiğimde on altı yaşındaydım, kendimi geri tutmaya çalıştım. Başardım da. Aramızda sanki abi-kardeş ilişkisi varmış gibi ilerlettim her şeyi, o da hiçbir şey anlamadı.
Duygularım geçer sandım. Sonsuza kadar onda takılıp kalmam, hayat karşıma yeni birilerini çıkarır sandım ama ne hayat karşıma yeni birilerini çıkarttı, ne de ben, Bang Chan bu mahalleden gittikten sonra bile onu sevmeyi bırakmadım.
İlk başta bana hissettirdikleri rahatsız etti beni. Dokunduğunda heyecanlanıyordum, güzel sözleri karnımda garip bir his oluşturuyordu. Beni sevdiğini söylediğinde sevilesi bir insan olduğumu hissediyordum. Güzel olduğumu söylediğinde güzel olduğuma inanıyordum hemen. Chan'ın üzerimdeki etkisi şaka değildi. Sonra kabullendim duygularımı mecburen. Beni sevmediği, kardeşi olarak gördüğü için geceleri ağlamayı bıraktım. Hem kendime kızdım ondan hoşlandığım için, hem de ona kızdım benden hoşlanmadığı için.
"Minho... Minho!" ismimin yüksek sesle söylenmesiyle kolumu yasladığım masadan hızla çekerek bana seslenen hocama diktim gözlerimi. Sınıftakilerin de yarısı arkasını dönmüş bana bakıyordu. Yutkundum gerginlikle. Konuşurken kekelememeye çalıştım ama kaçamadım bu durumdan. "Hocam?"