dört sene öncesi
"Bana Einstein diyebilirsin."
Güldüm, "Sana," deyip işaret ettim. "Dünyanın en aptal kişisine mi?"
Yumruk yaptığı elini sertçe omzuma geçirmekten çekinmedi. Bir anlık sızlanmaktan sonra bunu hak ettiğimi söyledim. "Evet," dedi somurtarak. "Bir daha bana aptal deme."
"Tamam, kızma. Şaka yapıyordum." diyerek pes ettim. Kolumu onun omzuna atıp yan yana oturduğumuz yayları eskimiş kanepede bedenini kendime çektim.
Bir kedi gibi dizlerini göğsüne doğru çekti, kendini sarmama izin verircesine sokuldu. Parmağıyla masaya dizdiklerini işaret etti.
"Bunlar hayatımızı kurtaracak." dedi.
Bu konudan bahsetmek istemiyordum. Çünkü bu yaptığımız, Hyunjin'in ticaret dediği şey, bana ahlaki değerlerimi sorgulatıyordu. Sadece, onun hevesi ve inancını boşa çıkarırsam, kalbini de kıracağımı düşünüyordum.
Çünkü Hyunjin daha birkaç hafta önce üniversiteyi bırakmıştı. Halihazırda ailesiyle görüşmediğini de biliyordum. Hayatında tutunabileceği bir ben, kampüsteki kesişmelerinin sonunun buraya varacağını asla tahmin etmeyerek gizlice onu takipleyen toy Minho, kalmıştı. Başta her şey çok güzeldi. Evet, her şey o kadar güzeldi ki, bunun sonsuza dek süreceğini sanıyordum.
Sanıyorduk.
Hyunjin'in hoşlanacağımı düşünerek aldığı deri ceketi inceliyordum. Benim hakkımda belki de ilk defa yanılmıştı. Zira kendimizi kilitlediğimiz spor salonunun soyunma odasında, onun deri ceketini üzerinden sıyırıp atacak kadar nefret etmiş, aynı zamanda da bayılmıştım. Yani Hyunjin'le her gün farklı bir alevle yanan sevişmelerimizin fitilini o gün ben, istemeden ateşlemiş ve bundan unutamayacağım kadar çok da zevk almıştım.
Bu yüzden devam etmiştik. Süregelen derslerimiz, sorumluluklarımız yüzünden birbirimizi az görür olmuştuk. O kısıtlı sürede de Hyunjin, konuşmaktan ziyade öpüşmeyi tercih ediyordu.
Bu kısımda ise onu değil, onun karşı konulamaz dolgun kırmızı dudaklarını suçlayabilirdim.
Spor bölümünde, yönümü kickboxa çevirmeye karar verdiğim zamanlardı. Hyunjin antrenmanlarımın yoğunlaşmasına aldırmadan çıkageldi. Ona ayırabileceğim vaktimin olup olmadığını bilmediğimden, Hyunjin'i istemeden görmezden geldim. Neden yaptığımı anladığını umuyordum. Zor değildi. İkimizin de biraz olsun kendisine odaklanması gerekliydi. Çünkü Hyunjin'in akademik hayatı hakkında bildiğim tek şey, mühendisliklerden birini okuduğu ve notlarının yokuş aşağı düşüşe geçtiğiydi. Ayrıca elbette ki bu konunun problemlerinde, ilişkimiz en büyük yeri kaplıyordu.
Sonraki birkaç gün spor salonuna uğramadı. Nihayet, ona mesaj attım, hemen geleceğini söyledi.
Üzerinde, bizi şimdiki hale getiren o deri ceket vardı. Bile isteye giydiğinden şüpheliydim, ama mutlu görünüyordu. Yenilenmiş, rahatlamış gibiydi. Bu kısa aranın bize iyi -hatta çok iyi- geldiğini, onun göğüslerimi sabırsız bir kedi gibi dişlemesinden çıkarabiliyordum.
Bol eskitme kot pantolonunu indirdiği yerden kaldırıp soğuktan titreyen beyaz bacaklarını örttü. "Çok özledim seni." dedi.
Kollarımı sırtından indirip aramıza biraz mesafe kazandırdım. Burunlarımızı birbirine değdirip nefeslerimizi karıştırdım. Hyunjin, her zaman çok gevezeydi, konuşmayı sürdürdü.
"Neden aramadın hiç?.. O kadar mı zorlanıyorsun burada?.."
Gözlerimi kapayıp sesini dinledim. Sadece ona dokunmak, öpmek değil; sızlanışlarını dinlemeyi özlemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
doodle fight club - minbinjin
Fanfiction"sizinle işlediğim her günahtan razıyım." tw!! zararlı alışkanlıklar içerir. [threesome/polyamory] [partners in crime]