Alarmla değil kendi başıma uyandığım an gerildim, kaşlarım aceleyle çatıldı. Dönüp Changbin'in yatması gereken tarafa baktım. Elim onun sıcak, güçlü bedeni yerine soğuk çarşafı kavradı yavaşça. Bu saate kadar uyumuş olmam, Changbin'in çekip gitmiş olmasını fark etmememden daha saçma gelmişti.
Parmaklarımı, yıkamak yerine ovduğum gözlerimden çekip kahve makinesinin tuşlarında gezdirdim. Tezgaha bıraktığım telefonu birkaç hareketle açıp, yapacağım çağrıyı hoparlöre aldım.
"Efendim?"
"Canım," dedim arkadaki gürültüye rağmen beni duymasını umarak. "Neredesin?"
"...Salonda. Yeni mi uyandın?"
Saatin dokuzu henüz geçtiğini bildiğimden kendi kendime omuz silktim. "Gitmeyeceksin sanıyordum."
Bir süre yine gürültüyü dinledim. Birileri karşısındakine en ufak bir acıma duygusu göstermeden yumruk savuruyor gibiydi. Sonra Changbin söz aldı.
"Birkaç öğrenci," deyip duraksadı. "Ek ders talep etmişlerdi. Bahsetmemiş miydim?"
Hafızamı çabucak yokladıktan sonra, "Hayır," dedim. Böyle bir şeyi söyleseydi, kesinlikle hatırlardım. Düşüncelerimden makineden gelen minik bip sesi sayesinde kurtulup sordum. "Ne zamana gelirsin?"
"Belli değil güzelim," diye hızla cevapladı. Ardından sanki karşısındaki ya da karşısındakilere doğru, "Böyle vurunca gereksiz efor sarf ediyorsun!" diye bağırdı.
Birkaç saniye onun o otoriter sesini dinledim, antrenman sırasında tavsiye verirken gerilen yumuşak yüzü ve kısılan gözlerini hayal ettim. Muhtemelen tam yanında duruyor, öğrencisinin her bir kas hareketini gözlemliyordu.
"...Evet, şimdi tekrar!" dedi, yumruk sesleri derin soluk alışlarla birlikte benim kulağıma dahi geldi. Ve Changbin de bir nefes saldı, nihayet bana konuştu. "Orada mısın?"
"Evet."
"Seni sonra arayayım mı, burası karışık."
"Tamam."
Gülümser gibiydi, fısıldadı, "Kendine dikkat et, seni seviyorum." dedi.
"Ben de seni seviyorum, görüşürüz."
Telefon kapanıp tüm sesler sustuğunda kupayı elime alıp odamıza ilerledim. Beynim nedensizce çok konuşuyordu. Onun şamatasına kızıp kahvemden derin bir yudum aldım ve banyoya geçtim.
***
Ellerimi ceketimin cebine atmama rağmen orada buz kestiklerini düşünüp havanın bir anda bu kadar soğumasını anlamlandırmayı bıraktım. Mart ayı, her seferinde olduğu gibi, bipolarlığını sergiliyor olmalıydı.
DOODLE FIGHT CLUB
Salona girmeden, tabelanın ışığının yanmadığını görmüş -ki bu, salonun haftasonları kapalı olduğu anlamına geliyordu- kapıya odaklanarak içeriyi süzmüştüm. Siyah filtreli camlar, elbette ki, bana engel olmuştu.
Dinlenme ve lobi olarak kullanılan ferah, küçük ama geniş odayı hızla adımladım. Üç farklı boks ringinin dizildiği, en çok vakti burada harcadığımız salonun ağır ve gürültülü kapısını itmeye hazırlandım.
Herhangi bir kuvvet uygulamama gerek kalmadan önümdeki kapı kocaman aralandığında sağ elim havada kalakaldım.
Siktir.
O an hangimizin daha çok şaşırdığından emin değildim. Ancak onun, bu şok halinden bana nazaran daha çabukça kurtulduğunu söyleyebilirdim.
Tek bir adım atarak çıkmak üzere olduğu salondan koptu, kapı hemen ardından kapandı. Tam karşımda durdu. Onu gördüğüm ilk salisede dikkatimi çeken kömür karası uzun saçları, yüzüne şimdi yerleşmeye başlayan silik bir sırıtış, belirginleşmiş çene kemikleri, teri yeni kurumuş siyah tişörtü ve şortuyla Hyunjin, tam karşımda duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
doodle fight club - minbinjin
Fanfiction"sizinle işlediğim her günahtan razıyım." tw!! zararlı alışkanlıklar içerir. [threesome/polyamory] [partners in crime]