'the first spark (or not)'
—
"İnanmamalıydın bana, sevmiyordum seni." Diyerek bana ters ters baktığında gözlerimi doldurdum ve ağır ağır Hamlet'e, yani Jungkook'a doğru ilerledim. "Ne kadar aldanmışım?" Dedim ve sinirle üzerime yürümeye başladığında geriye doğru adımladım.
"Evlenirsen şu acı sözü çeyiz diye götür benden: Buzlar kadar el değmedik, karlar gibi temiz de olsan çamur atılmaktan kurtulamayacaksın. Manastır'a git. Çarçabuk hem de, elveda!" dedi ve neredeyse duvara çarpana kadar üzerime yürüdü. Ardından sahneden çıktı. Sahnenin bitmesiyle gözyaşlarımı sildim.
Rolünü öyle güzel oynuyordu ki, sanki söylediği acı sözleri gerçekten bana söylüyor gibi hissediyordum. Zaten kolay ağlayabiliyordum, bir de Jungkook rolünü bu kadar gerçekçi yapınca ağlamam daha da kolaylaşıyordu.
"Çok güzeldi çekirgeler," Bay Gim gülümseyerek bize baktığında ben de tebessüm ettim. "Roseanne aynen böyle devam et. Jungkook sen de fazla sinirli davranıyorsun, unutma ki karakterin deli taklidi yapıyor. Yalandan sinirli olduğunu hissettir." Jungkook kafasını salladığında Bay Gim bugünlük bu kadar olduğunu söyledi ve salondan çıktı.
Jungkook'la tek başımıza kaldığımızda replik kağıtlarımı toplamaya başladım. Benden hızlı davranıp kendi repliklerini topladığında hızla kapıya doğru yöneldi fakat bir kağıdı masada unutmuştu. Seslenip seslenmemek arasında kaldığımda tam kapıdan çıkacaktı ki seslenme kararı aldım.
"Jungkook, kağıdını unuttun." Sanki ona seslenmemi bekliyormuş gibi adını duyduğu anda kafasını çevirdi. Bir şey demeden masaya adımladı.
Kağıdını almadan boş boş bana bakmaya başladığında ben de ona baktım. Hiçbir şey yapmadan öylece durmaya devam ettiğinde kaşlarımı çattım. Çabucak telefonumu ve repliklerimi alarak sahneden indim. Peşimden gelmeye başladı. Salondan çıktım, sınıfımız aynı yerde olmamasına rağmen hala beni takip ediyordu; ya da etmiyordu.Fakat sınıfımın kapısının önüne kadar peşimden geldiğinde artık beni takip ettiğine emindim. Yavaş bir şekilde arkamı döndüğümde her zaman olduğu gibi düz yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Elini ensesine götürüp kaşıdığında sıkıntıyla bir nefes verdi dışarı. "Herkese gülümsüyorsun, neşe saçıyorsun. Bana gelince neden kaşların çatık?"
"Anlamadım?" Gözlerim büyümüş bir şekilde Jungkook'a baktığımda sıkıntıyla bir nefes daha verdi. "Tekrar mı edeyim?" Şaşkın ifademi bir kenara bırakıp düz bir ifade ile ona bakmaya başladım. "Hayır duydum ne dediğini," Devam etmem için kafasını salladı. "Sana hala sinirliyim o yüzden seninle konuşmuyorum."
"Bak konuşuyorsun işte." Dalga geçtiğini düşünmüştüm ama yüzüne bakmaya devam ettiğimde gayet ciddi olduğunu gördüm. "Öyle bir konuşma değil bu Jungkook." Bana yaklaşmaya başladı. "Bak sen, nasıl bir konuşmaymış?" Sesinde hafif alaycılık seziyordum. Yaklaşmaya devam ediyordu, aynı sahnede olduğu gibi ben de geri adımlıyordum. Çok gerilmiştim. Kalbim hızlanmaya başladı. "Yeter, neden geliyorsun?" Sırtım koridordaki dolaplara çarptığında nihayet durmak aklına gelmişti. "Bana bu kadar tavırlı olman sinirlerimi bozuyor."