Hayatınızın tam anlamıyla yolunda olduğu dönemi hayal edin, bir şeyleri eskisinden daha iyi yapabilmek için çabaladığınız yılların ardından zafere ulaştığınız günleri. Belli bir süre ardından inanılmaz bir boşluğa düşeceksiniz. İstediğiniz her şeye ulaşmışsınız ve artık çabalamanıza gerek kalmamış. Tüm hayatını çabalayıp, savaşarak geçiren bir kimse bu durumda çoğu zaman ne yapacağını bilemez. İşte tam o günlerden birinde beyniniz size ufak bir oyun oynayacaktır. Aslında amacı size yeni hedefler bulmak olsa dahi onun yerine kapattığınızı sandığınız en ağır yarayı fazlasıyla derin olmak kaydıyla yeniden açacaktır.
Size en çok acı çektiren, kalbinizi ezip geçen, dünyadaki en değersiz şeymişsiniz gibi hissettiren o kişi bir anda aklınıza gelecek. Elbette ki zamanında ona olan sevginiz ve de saygınız kendini hatırlatır tüm acıyla beraber. Ardından, düşünürken artık o kişiye karşı herhangi bir duygu beslememenize rağmen bunun canınızı yaktığını fark edeceksiniz. Tebrikler, artık tam anlamıyla cevapsız bir soruyla başbaşasınız. Soru çoğu zaman; "Ona karşı hiç bir şey hissetmiyorum, peki neden aklıma gelmesi canımı yakıyor?" olur.
Bilim adamları buna herhangi bir şey dedi mi, bilmiyorum ama ben buna "eski benliğini özleme durumu" diyorum. Yani, aslında acı çektiğiniz konu tamamen kendinizsiniz. O zamanki halinize öylesine imreniyor, öylesine tekrar aynı kişi olmayı istiyorsunuz ki kalbiniz acıyla kavruluyor. Çünkü kalbiniz her şeyin farkında, siz isteseniz dahi artık eski kimliğinize bürünemeyecek kadar değiştiniz. Yine eski halinize dönmek adına büyük bir savaş vereceksiniz, tecrübeyle sabit bir şekilde söylüyorum; asla dönemeyeceksiniz. Dedim ya; siz eski kimliğinize bürünemeyecek kadar değiştiniz.
Bunların kafamı yine kurcalamış olmasının tek sebebi ise o herifi tekrar görmüş olmam. Sevgili kalp kırığım, adına milyonlarca şiir yazdığım Park Bogum. Onu bir zamanlar öyle çok seviyordum ki, ben aşkıyla kavruldukça gökyüzü ağlardı yanan ruhumu söndürmek adına. Ona öyle bir saygı duyuyordum ki, yer gök inlerdi sadece onun adını seslenirken kullandığım ses tonuna. İkimiz de fazlasıyla küçüktük o zamanlarda, yine de içimi-dışımı onunla doldurmayı başarmıştım yaşıma bakmadan. O küçük ve kıvrımlı gözlerinin resmini odamın baş köşesine yerleştirecek kadar da takıntılıydım ona. Sanıyorum, onun için her şey olmayı kabul edecek kadar da aptaldım bir miktar. Bazen psikoloğu olur, saatlerce dinlerdim onu, bazen ise sevgilisi olup gönlünü hoş ederdim. Hoş, ben hiç bir zaman onun sevgilisi olamamıştım. O benim sevgilimdi, ama ben onun yalnız kalmamak adına tutunduğu incecik ve fazlsıyla kırılgan dalıydım.
Ne diyordum? Ah, Park Bogum. Aylardır ilhamımı kaybetmem sebebiyle uzaklaştığım Kore'ye, çocukluk arkadaşlarımın ısrarları üzerine kendime verdiğim kafa iznine ara vererek gelmemin ertesi günü buraya dönmemin bir hata olduğunun somut bir örneğiymişçesine karşımda görmüştüm onu. Üstelik yanında el ele tutuştuğu ve aşkla baktığı bir adam vardı. Öyle aptaldım ki dakikalarca onları izlemiş, boğazıma bir yumru oturduğunda ve ellerim anılarımın hüznüyle titremeye başladığında hızla bulunduğum mekandan uzaklaşmıştım. Aslında ona karşı hissettiğim tek bir şey yoktu içimde, lakin henüz kapatamadığım bazı yaralar vardı ruhumda. Bu yüzden de daha fazla görmemek adına uzaklaştım bulunduğum o yerden. Elimde market poşetleriyle hatırlayamadığım evimin yolunu bulmaya çalışıyordum. Adımlarım beni canlı müzik yapılan, sakin bir mekana götürdüğünde dinlenmek ve üstümdeki boktan duyguları atmak adına masalardan birine oturdum. İlgiyle bana ne istediğimi soran garsondan bir kadeh viski rica edip, sahnede kapalı gözleriyle şarkısını söyleyen genç adama çevirdim bakışlarımı.
Dışarıdan bakıldığında, belirgin kasları, güzel yüzü ve uçları mavi olan uzun saçları karşılıyordu sizi, fakat şarkı söylemeye başladığında iri gözlerini kapatıyor ve cenneti vaat eden bir ses doluyordu kulaklarınıza. İşim gereği şarkıdan çok şarkıyı söyleyene odaklanırdım. Herkes her şarkıyı söyleyemezdi mesela, yakışmazdı. Belki de yaşadığım duygu karmaşası yüzünden tam da mavi saçlı çocuğu dinlerken ona her şarkının yakışabileceğini düşündüm. Tatlı ses tonuyla dünya üzerindeki tüm şarkıları kendine yakıştırarak söyleyebilirdi sanki. Uzun zamandır ilham aramak adına ülke ülke gezen bir söz yazarı ve bestekar olarak söylemeliydim ki sesi beni aradığım huzurla doldurmuştu. O an cebimden çıkadığım, ayrılmaz parçalarım, küçük not defterim ve kalemimle tek bir kelime yazdım boş sayfaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue / Taekook
FanfictionKore'nin en iyi söz yazarılarından ve bestekarlarından biri olan Kim Taehyung kaybettiği ilhamını Jungkook'ta bulmuştur.