II - Yıllar ve Yollar

211 43 17
                                    

3 Yıl Öncesi

Tuana, mutfak camının önündeki menekşeyi yapraklarının üzerindeki ince tüyleri incitmekten korkarcasına okşadı. Bakışları hemen camın yanındaki ocağa döndü. Devamında ocakta soğumak üzere olan yemeklerde gözleri kederle gezindi... Dudaklarının arasından fersiz bir nefes dökülürken, gözlerini yumdu ve geçmişe gitti...

Balık baştan mı kokardı yoksa aşk denen duygu, koku algımızı bile kapatabilecek kadar baskın mıydı?

Uzun uzun düşündü bu sorunun cevabını.

Hakan ile üniversitenin ilk senesinde karşılaşmış, İstanbul'un büyülü dünyasını onunla birlikte keşfettiğine inanmıştı. İnandıklarının bir sanrı olduğunu elbette Tuana o günlerde bilemiyordu. Sevgiliyken yüze çarpılan araba kapıları, kıskanıyorum diye yapılan baskılar sonucu tutulan kollar, en ufak bir fikrine alayla yaklaşılması ve devamında söylenen "Şaka yaptım hayatım! Sende hemen alınıyorsun," lakırdıları aşkın körlüğüyle mi göze çarpmıyordu bilemedi.

İlk silkelenişini evlilik döneminde yaşamış olsa da, o dönem çevrenin gözünün içine attığı 'Sorun çıkarma!' adlı bakışlarını kendisini sindirmişti. Sindirmişti sindirmesine ama aslında evlendiklerinin ertesi günü yere inen, az önce suladığı menekşenin tepesinde duran mutfak camının stor perdesi, Tuana'nın evliliklerinin ilk gününden itibaren içinde ve zihninde kapanmaz bir delik açmıştı.

Açılan delik, anbean büyüyordu. Büyüyordu ama Tuana o deliği nasıl kapatacaktı henüz bilemiyordu.

Ocak üstünde soğuyup, ısınmaktan ekşimeye yüz tutmuş yemeklere yönelmeden önce tekrardan telefonuna uzandı. Hakan'ı aradı ama Tuana'nın evde olduğu her anda olduğu gibi aradığı kişiye yine ulaşılmadı. "Hakan!" dedi Tuana, gözlerini yumup sabır dilenircesine. "İşim olsa, iş yemeğim olsa... Akşam beş olmadan eve gelir, günü bana zehir edip, beni doğduğuma pişman edene kadar uğraşırdın Hakan!"

Mutfaktan çıkıp, salona geçtiğinde gözüne hazırladığı yemeğin masası ilişti. Kendisini salondaki ikili beyaz koltuğa bıraktığında ise karşısındaki duvarda asılı duran düğün fotoğrafları göz hizasına girdi... Nerede yanlış yaptım sorusundan kurtulamadığı gibi aynı şiddette aklında devinim sağlayan başka soru vardı.

Hayal ettiğin hayat bu muydu Tuana?

Birini sevmek güzel şeydi elbette. Sevdiğin insan ile bir yola çıkmak, yuva kurmak, o yuvayı devam ettirmek için var gücünle savaşmak... Hepsi çok güzel ama meşakkatli bir yolculuktu aynı zamanda.

Tuana evliliklerinin ilk senesinde; işi yüzünden Hakan'ın kompleks yapması sonucu üç ayı aynı evde küs geçirdiklerinde vazgeçmişti savaşmaktan. Üç ay boyunca, evim dediği yerden tiksinircesine evde bir yabancıyla yaşadığını hissedince boşanma kararı almıştı. Ama kararı aldığı zamanın adli tatile denk gelmesiyle birlikte, ailesinin "Bir kere boşanan, bir daha evlenir!" söylemleri canından bezdirirken, birde Hakan kapısına dayanınca kendisini kaçmaya çalıştığı açık hapishanesinde tekrardan bulmuştu. İnsanları susturma düşüncesiyle döndüğü kafesinde, kendi yüreğini susturduğunu gün geçtikçe anlıyordu.

Başını oturduğu ikili koltuğa yaslarken, bir sene önceki aldığı karardan hala çok uzak olmadığını fark edince burukça gülümsedi. Burukça gülümsemesinin nedeni; kendisinin hala baskılara boyun eğmesinin nedeniydi. Zira Hakan evvelden ruhsal boyutta olan baskılarını fiziksel baskıya geçirmiş ve bu boyutları öyle bir arttırmıştı ki Tuana artık kendi iç sesini bile işitemiyordu. Başını yasladığı yerde en çokta kendi iç sesini duyabilmenin hayaliyle, gözlerini yumdu.

Ocağın altını açtığının detayı zihninde yoktu...

Dehşet bir gürültüyle gözlerini geri açtığında, oturduğu ikili koltuktan hızlıca kalktı. Hızlı kalkışının sonucu kendisine baş dönmesi olarak dönse de yere sağlam basmaya alışık adımları kendisini salonun hemen yanında kalan mutfağa ulaştırdı. Mutfağa girdiğinde Hakan'ın içinden ateşler çıkan tavayı kulpundan bir havlu yardımıyla tutup, su altına sokmasını dehşet karışımı bir şaşkınlıkla izledi. Mutfak çeşmesinin altından çıkan, pembe gelinlerin çeyizinden olduğunu belli eden pembe dış yüzeyli vok tava üstüne fırlatılana kadar olayları bir gerilim filmini izlercesine takip etmekteydi.

"Bir kadın, nasıl oluyor da iki eliyle bir siki doğrulatmıyor benim aklım almıyor!" Mutfağın fayans zeminine, tam da ayakucuna düşen tava tok bir ses çıkardı. Tuana bir kabustan uyanırcasına iki yana açtığı elleriyle bir adım geriye çıkarken, korku dolu bir çığlık kaçtı dudaklarından. "Çok değil! Azıcık kadın olacaksın Tuana! Azıcık!" Tuana'nın korkuyla irileşen yeşilleri Hakan'ın alkol kokan bedenine düştü. Üzerindeki polo yaka tişörtün iki yakası İstanbul'un iki yakası gibi ayrılmıştı. Saçları dağılmış, bıyıkları uzayan sakallarına karışmış ve siyah gözleri ateşler saçmaktaydı. "Kendini Yunan prensesi falan zannetmekten vazgeçersen şayet, kadın gibi kadın olmayı başarabilirsin! Ama Tuana Hanım nerede? Şirket yönetmekte! Şirket yönetme politikasında yemek yakmama detayları öğretmiyorlar değil mi? İşte böyle çuvallarsın yeni gelin gibi!"

Tuana'nın gözleri kapanırken, kabusta olmayı diledi. Dili hafifçe iki dudağını yaladı ama hissettiği ıslaklık anda olduğunun kanıtıydı. "Ben," dedi tereddüdüne karışmış bir korkuyla. İnsan severek evlendiği insandan korkar mıydı? "Seni beklerken..."

Hakan üzerine doğru bir adım atınca, söyleyeceği iki kelime de zihninden uçtu. "Sen beni bekler misin ya?" dedi Hakan, ağzından etrafa saçılan tükürükleri umursamadan. Sağ elini havalandırdı ve tersiyle sokak çocuğunu itercesine Tuana'nın sol omzundan ittirdi. Tuana ağırca yutkundu ama nafile, o boğazındaki yumru geçmedi. Kendisine en çok böyle anlarda kızardı Tuana. Susup, sindiği için. Gözlerine yaşlar anlamsızca nüksettiği için... "Genelde ben seni beklerim evde, karım evin yolunu hocadan önce doğrultsun da gelip beni bir siksin diye..."

Tuana sol elinin tersiyle önce burnunun ucunu sonrada yüzünü sildi. "Hakan," dedi silik bir seste. Son bir senedir işindeki yoğunluğun sebebini defalarca anlatmasına rağmen biricik kocası anlamamıştı ama tekrardan denemek istedi. "Şirkette işler son bir senedir karışık biliyorsun. Akın bey..."

Hakan iki elini yana açıp; "Akın Bey rahatsız!" diye gür bir ses tonuyla bağırdı. O bağırdı, Tuana küçük bir çocuk gibi sıçradı. "Ne idüğü belirsiz oğlu, Kazakistan'da projeyi sonlandırmak için canla başla çalışıyor! Eğer becerip dönebilirse, Akın Bey emekliliğini ilan edecek ve yönetim piçine geçecek! Sende fazla mesai yapmak zorunda kalmayacaksın Tuana! Evet, biliyorum!" Konuştukça sesi daha çok yükseldi ve Tuana'nın gözleri korkuyla camlara yöneldi. Hakan'ın sesi dışarıdan muhakkak duyuluyordu ve bu Tuana'nın sırtından ter boşalmasına neden oldu. "Kaç zaman geçti, bana aynı masalı anlatıp duruyorsun!" İki eli üzerindeki açık fıstık yeşili tişörtün ayrık yakalarını kavrayıp, çekiştirdi. "Bana ne amına koyduğumun el alemin pezevenginin şirketinden? Bana ne Tuana? Bize ne?" Bir hışımla Tuana'nın sol koluna yapışıp, bedenini tavanın yanmasıyla karaya bulanmış mutfak alın taşına doğru sürükledi. "Sen önce kendi evliliğini yönet!" dedi dişlerini bastırıp, kuduz bir köpek gibi Tuana'nın yüzüne sokularak. "Ondan sonra şirket yönetirsin o yarım aklınla!"

Hakan'ın ittirircesine savurduğu bedeni tezgaha çarparak duraksadı. Sağ kasık kemiğinin tezgaha denk gelmesiyle keskin bir acı hissederken, gözlerinden sessiz yaşlar boşaldı. Elleri tezgahın kenarına sıkıca tutunurken, tırnakları mermer tezgahın üzerine çığlıklarını bıraktı. Başı öne doğru eğildiğinde, kırılmadık tek bir kemiği kalmamış gibi hissetmekten kendisini alıkoyamadı.

Kırılacak kolu kalmadığı gibi yeryüzünde kırıklarını sığdıracak yen bile bulamayacak haldeydi. Birde oturdu; yen arayışına ağladı...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 10 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Doğru ve Yanlışın ÖtesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin