Sabahın henüz erken saatleriydi, penceremden yüzüme vuran güneş ışıkları uyanmamı sağlamıştı.
Gözlerimi açtığımda güneş gözlerimi kamaştırıyordu, bende en mantıklı olanı yapıp onları tekrar yumdum ve uykuma kaldığım yerden devam etme kararı aldım.
Bir kaç dakika huzurlu huzurlu uyumaya çalışıp yatağımda bir o yana bir bu yana dönerken aniden gelen bağırışmalarla gözlerimi tekrar açmak durumunda kaldım.
"SAGEE! SENİ AHMAK!" sesin kime ait olduğunu direkt anlamıştım, bu Helen'in sesiydi. Tam yatağımda doğrulup ne olduğuna bakmak için ayağa kalkacaktım ki Helen beni zahmet ettirmeden, odamın kapısını kırarcasına açıp odama daldı.
"Ah Sage! Sarmallarımı sulamayı nasıl unutursun, onları yetiştirmek için üç yılımı verdim!" epey sinirli -aslında sinirli olmakta oldukça haklıydı- görünüyordu. "off Helen ben sana en başında da zaten demiştim, babamdan isteriz sana olgunlaşmış sarmallar alır onlarla ilgilenir dururs-" ben daha cümlemi tamamlayamadan Helen suratıma büyükçe bir yastık fırlattı. "öyle olmuyor işte, ben onları 12 yaşımdan beridir büyütmek için uğraşıyorum bu yüzden aramızda bir sevgi bağı oluştu!" ben hâla suratıma attığı yastığın etkisindeyken sözlerine devam etti. "babam, zaten olgunlaşmış sarmalar alsa bile onlarla sadece ilgilenirim ki o da bahçivanlar müsaade ederse!" en sonunda derin bir nefes aldı ve sözlerinin bittiğini belli etti. Ben daha ne diyeceğime karar vermeden "yastık için özür dilerim, biraz sinirlendim" dedi. "biraz olduğuna emin misin?" diye biraz sinirli biraz da şüpheci gözlerle ona baktım. Yastık konusunda pişman olduğunu belli eden bir ifadeyle o da bana bakıyordu. "Ah her neyse zaten onları bir daha göremeyeceğim" dedi. "Ne? Neden?" dedim çünkü Helen acil bir durum ya da zorunlu bir durum olmadıkça sarmallarını asla bırakmazdı. "sakın bana unuttuğunu söyleme?!" bu bağırışı eşliğinde suratıma ikinci kez yastık yedim. "Neyi unuttuğumu söyleyebilirmisin, ayrıca yastık atmayı kesermisin!?"
"yastık için tekrar üzgünüm Sage ama hemen kendine gel bugün Serina'ya gidiyoruz!" dedi ve yanıma koşup beni oturduğum yerden hışımla kaldırdı. "Diana, hemen Sage için banyoyu hazırla, Darla sende hemen giysileri hazırla!" Helen'in bu emriyle Diana ve Darla hızlıca içeri girip denilenleri yapmaya başladılar. "Diana banyoyu hazırlarken bende sana bişeyler anlatayım Sage" dedi ve beni odanın diğer ucuna sürükledi. "Bak Sage seni uyarıyorum, sakın orada da kaba saba ve bir prensese, bir varise yakışmayacak hareketler yapma lütfen" dedi ve benden bu konuda söz istermiş gibi gözlerimin içine baktı. "off Helen ne olmuş yani bir kaç kere gizlice şehre inip savaş malzemeleri satan bir dükkana girip saray muhafızları tarafından yakalandıysam" bana zaten tehditkâr bir biçimde bakan gözleri bu sefer alev almaya başladı. Ama şehre inmekte haklıydım, babam savaş dersi almamıza rağmen bize en kötüsünden bir kılıç dahi vermiyordu.
"peki o konuda haklıydın ama kuralları çiğnedin Sage bunu yapmak yerine babamdan rica edebilirdik" sonunda haklı olduğumu kabullenmişti ama hala beni suçluyordu.
"off Helen binlerce kez zaten rica ettim ama vermedi" diye çıkıştım. "ahh peki sen haklısın ama yinede bana söz ver" dedi, bu sefer gerçekten de haklı olduğumu kabullenmişti. "iyi de sende orada olmayacakmısın?" "tabiki de olacağım birlikte gideceğiz ama yine de tüm gün seni gözetleyemem" dedi. "off peki peki" dedim ve onu geçiştirdim. "banyonuz hazır majesteleri" Diana içeriden bize seslenmişti. "hemen geliyorum Diana" diye bağırdım ve koşaradım Helen'in yanından ayrıldım. "teşekkürler Diana" Diana, benim ona teşekkür etmemi her defasında olduğu gibi bu seferde tuhaf karşılamış ama tebessüm etmekle yetinmişti. Bende hızlıca banyoya daldım ve soyunmaya başladım.
Tam anlamıyla iğrenç görünüyordum, ama bedenimdeki yara izlerinden ötürü değil, berbat ötesi fiziğim yüzündendi.
"Ah sanırım daha fazla aynaya bakmayacağım" kendi kendime konuşmaya başlamıştım yine. Ne zaman canım sıkılsa yada tek kalsam deliler gibi kendimle konuşurdum.☆☆☆☆
"bence bu elbise sana çok yakıştı" Helen yine moralimi düzeltmek için bu çirkin fiziğime, bu güzelim elbise uymuş gibi davranıp bana iltifatlar etmeye başlamıştı.
"off Helen neden gerçekleri söylemek yerine böyle boş şeyler söylüyorsun" ardından gözlerimi ona doğru çevirdim, lanet olsun peri gibi bir kızdı. "hayır Sage gerçekler bunlar ama sen kabullenmek istemiyorsun" aslında haklıydı hiç bir zaman bana edilen iltifatları kabul etmemiştim, çünkü çoğu sadece yalakalıktı. O farklı olabilirdi belki ama bu seferde gerçekten de çirkindim.
"peki peki dediğin gibi olsun ama eğer biraz daha kahvaltıya inmezsek aç kalacağız" Helen'i nazikçe uyardım ve gözlerimle kapıyı işaret ettim.
"Ah evet evet doğru, hadi hızlıca inelim" Helen oturduğu yerden hızlıca fırladı ve koşaradım ilerlemeye başladı. "Helen! Beni beklesene" bende onun arkasından hızlıca ilerlemeye başladım. Ama ne yazıkki durumum el vermiyordu sol dizim tekrar sızlamaya başlamıştı. "Helen biraz yavaş ol lütfen dizim tekrar sızlamaya başladı" Helen'a ne kadar seslemsemde nafile o çoktan inmişti bile. Bende yavaş yavaş inmeye başladım.
En sonunda yemek odasına girdiğimde Helen, hemen babamın yanına kurulmuş bana bakıyordu. Bende içeri girer girmez annem ve babama - kral ve kraliçeye- selam verip hemen annemin yanındaki sandalyeye oturdum.
Benimde yerime oturmamla kahvaltıya baslamıştık.
Babam hala konuşmamıştı, normalde biz odaya girer girmez mutlu bir biçimde konuşmaya başlardı. Bugün üzerinde bir tuhaflık vardı.
"Ah tatlım aklın hala dünkü toplantıda mı?" annemin sözleriyle babam bir anda irkildi, başını tabaktan kaldırıp anneme bakmaya başladı. "ne oldu ki?" Helen aklımdan geçenleri okumuş gibi bir anda bu soruyu sordu. Babam hala bize bakmıyordu. Annem başını yavaşça Helen'a çevirdi ve " Ah yine şu Dalreck kralı, bizim lanetlenmiş ve bir tane bile oğlumuz olmadığı için bütün diyar adına utanç kaynağı olduğumuzu söyledi." şu aptal Dalreck kralı sürekli bizi aşağılamanın bir yolunu bulurdu, ve bir abimizin yada erkek kardeşimizin olmayışı da tam aradığı şeydi. O adamdan hep nefret ederdim çünkü kız çocuklarının her zaman utanç kaynağı olduğunu söyler dururdu. Kendisinin 12 çocuğu vardı ve içlerinden sadece 4 tanesi erkekti ama buna rağmen hâla kız çocuklarını aşağılıyordu.
"offf yine mi başladı şu adam" Helen gerilmeye başlamıştı. " Sage onun oğlunu turnuvalarda kaç kere alt etti ama hâla akıllanmadı mı?" haklıydı, en küçük oğlu Damon'u üç yıldır krallıklar arası yapılan turnuvalarda, resim ve edebiyat dallarında yeniyordum. "Ay aman neyse o adamı kafaya takmamıza gerek yok" dedim bir yandan da babama bakıyordum. Gözlerini annemden ayırabilmişti sonunda. "haklısın kızım" dedi babam, ardından da ekledi "önce kendi oğluna baksın" dedi ve kahkaha atmaya başladı. Üvey kızları olmama rağmen benimle gurur duyabiliyor olmaları beni çok mutlu ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY TAŞI
FantasyBazı yıkımlar gerektirir hayat yeni filizler vermek için, bazense yeni filizler verir hayat büyük yıkımlar için.