..
" Ölümler basit hamleler, piyonlar değildir.
Kendi ellerin ile teslim ettiğin kılıçlar,
Bir gün;
Sana karşı dönecek."..
Ordu Komutanı Teğmen Jeon Jeongguk.
Bilinmezliğin içerisinde kaybolmuş gibiydim. Karanlık o kadar fazla bastırmıştı ki nefes alamadığımı hissediyordum. Bir kaç adım attığımda birden ışıklar açılmış ve uzun bir koridor boyunca bir sürü kapı beni karşılamıştı.
Koridor boyunca yürüdüğüm sırada oldukça görkemli bir kapı vardı diğerlerinin aksine. Diğerleri eski, püskü yıpranmış kapılardı, fakat bu kapının böyle olması fazlasıyla merak uyandırmıştı ben de.
Arkamı döndüğümde arkamda ki kapıyı açmıştım. İçeriye girdiğimde fark ettim ki; ben kendi anılarım içerisinde dolaşıyordum. Bunu anlamama sebebiyet olan kişi ise Taehyung'tu.
Küçüklük aşkım, arkadaşım. Kır bahçesinin üstünde koşarken çocuk kahkahaları kulağıma doluşuyordu. Bir kenardan onları izlerken hafifçe gülümsemiştim.
Başka bir kapıya girmiş, başka bir anı çıkmıştı. En sonunda görkemli kapının önüne geldiğimde elimi kulpa atmıştım yavaşça. Bunu onlardan ayıran özellik neydi?
İçeri girdiğim anda nutkum tutulmuştu. Hayatımın en büyük acısını karşımda görmek acı vermişti bana. Nefesim akciğerlerime gitmiyordu, boğazımda ki yumru dayak yemişim gibi hissettiriyordu.
"Konuş dedim sana hain!" Ellerim havada bağlı dururken zar zor ayakta duruyordum. Gücüm git gide azalıyordu, her dakika, her saniye. Ölüme daha fazla yaklaşıyordum. Nefes alışverişim her saniye daha da yavaşlıyordu.
"Ben bir şey yapmadım. Ben vatanıma ihanet etmem." Bir kırbaç izi daha, sonrasında bir daha , bir daha derken acı tüm bedenimi kaplamıştı. Acı insanı, insan yapan tek şeydir fakat daha da kopuyor gibi hissediyordum.
Kafama kova ile su boşaltığında kendime gelmiştim tekrardan. Beni ordan almışlar ve hücreye fırlatmışlardı. Yerde acı ile kıvranırken asker montumu giymiş, ona daha çok sarılmıştım.
Günlerim hücrede geçti, toparlıyordum fakat yavaş süren bir süreçti bu. Kapıyı açtıklarında içeriye bayatlamış ekmeği fırlatıp gitmişlerdi. Ayağa fırladığımda sarsılmıştım. Kapı aniden yüzüme kapatıldığında demir kapıya vuruyordum. "Çıkarın beni buradan, yalvarırım çıkartın beni buradan."
Tükenen gözyaşlarım içerisinde yere doğru çökmüştüm. Sırtımı kapıya dayadığımda sayılıyordum sadece. "Yalvarırım, bırakın." Yukarıdan damlayan, rutubetten oluşan buhar damlaları yere düşüyordu senkron şekilde.
Bazen gün boyu sadece onu izliyordum. İçeride oluşan koku o kadar iğrençti ki, her saniye kusmak istiyordum. Bazen dayanamayıp ise kusuyordum.
Gözyaşları içerisinde eski anılarımı izlerken kendimi tutamıyordum. Koşarak geri çıktığımda çıkış yolu arıyordum fakat bulabildiğim pek söylenemezdi. Sonunda yorulduğumda yere yatmış gözlerimi kapatmıştım.
Geri açtığımda ise gerçek dünyaya dönmüştüm.
Etrafımda koşturan askerler, gözlerime bulanık bir ayna görüntüsü gibi geliyordu. Bir şeyleri düzgün göremiyordum. Hava da acelecilik hakimdi, bağırışlar kulaklarıma bir fısıltı gibi geliyordu.
"Teğmen, uyandı! Herkese haber verin, çabuk!" Askerler çadırdan çıktıklarında askeri hekim bana dönmüştü. "Teğmen beni duyuyor musunuz?" Başımı olumlu anlamda sallamış oturmak için kalktığım sırada omzumdaki acıyla geri yatmıştım.
"Teğmen yerinden kalkma, yaran daha çok yeni." Buğulu gözlerim önümdeki hekimi izlerken olumlu anlamda başımı sallamıştım. Üst rütbeliler geldiğinde ise iyi olduğumu görünce gitmişlerdi.
Aslında hiçbirinin iyi olmam umurlarında değildi. Sadece orduyu benden başka kimse yönetmek istemiyordu. Bu görev için dilekçe vermiş ve anında kabul edilmiştim. Sadece askerler severlerdi beni, özellikle aynı çadırda kaldığım askerler severdi.
"Komutanım.." 6 kişiyi sıralanmış gördüğümde hepsinin yüzünden düşen bin parçaydı. Herkes ağlamış gibi duruyordu. "Asker, işinizin başına çabuk." Yorgun çıkan sesimle bir çocuk hıçkırığı duyulmuştu. En arkadaki asker onu susturmaya çalışırken çocuk yanıma gelip elimi tutmuştu.
Bu çocuk geçen gün çadırda tanıştığımız çocuktan başkası değildi. Gözleri yaşlı, elinde ki küçük haç kolyesiyle elimi tutuyordu. En arkadaki asker onu kucağına alıp gitmişti dışarıya. Onlar gidene kadar gözlerim onları izlemiş, çadırın kapısı geri yerine düşünce orada takılı kalmıştım.
"Hadi arkadaşlar çıkalım, Teğmen dinlensin." Hepsi teker teker çıktığında içeride oluşan mayhoş sıcaklık tüm bedenimi sarmıştı. Sobadan çıkan çızırtı iyice uykumu getiriyordu. Yorgun düşmüş bedenimin buna ihtiyacı vardı.
Kılıçların birbirine vuruşu ile açmıştım gözlerimi. Birbirine vuran kılıçların sesi her yerde yankılanıyordu. Rüzgarın esintisi sıcacık çadırda bile belli oluyordu. Yavaşça ayağa kalktığımda pantolunumu zorda olsa giymis gömleğimi yaralı kolumdan gecirmeden önü açık şekilde bırakmıştım.
Dışarı çıktığımda güneş en tepeden beni selamlıyordu, rüzgar vücuduma çarpıp geçerken tatlı bir soğukluk bırakıyordu üstümde. İlk baharın yaklaştığını anlıyordum, zihnim karmakarışık fakat pek düşünmüyorum.
Askerler beni görünce endişeleniyorlar ilk önce hepsi yanıma geliyor kılıçlarını bırakıp. Üsteğmeni gördüğümde saygıyla eğiliyorum. "Teğmen yatağınızda dinlenmeniz gerekiyor, zira ordunun bir komutana ihtiyacı var." Yaralandıktan sonra iki gün boyunca uyumuşum zaten hiçbir şey yapmadığım için kendimi kötü hissediyordum.
Başka çarem olmadığını bildiğim için çadıra geri dönerken aynı çadırda kaldığımız askerlerden birisi geliyor koşarak. Her yerde beni yaralayan düşmanı bulamadığını söyledi yüzünde oluşan hayal kırıklığıyla.
"Sorun değil Yeon. Diğerlerinin yanına git hadi." İçeriye tekrardan girdiğimde masanın başına oturmuş savaş için nasıl taktikler geliştirebilirim diye kafa yoruyordum.
Bu iş sandığımdan da zordu.
..
Omzuna giren dehşet ağrı ile yerimden fırlamıştım. Yatağa tekrardan düştüğümde yerimde kıvranıyordum. Acıdan göz yaşlarım akarken doktor içeriye girmişti aceleyle. Elindeki ilaç kutusundan bir tane ağrı kesici çıkartıp verdiğinde ilk önce içmek istememiştim.
Ülkenin belirli sayıda kaynakları vardı ve bunları sırf rütbem var diye kullanmak acıtıyordu canımı. Zorla içildiğinde geri yerime yatmıştım. Ağrı tüm vücudumu ele geçirmişti resmen. Yumruklarımı sıkarken gözyaşlarım akıyordu gözlerimden.
Yavaş yavaş her şey biterken sakinlikle yerimde yatmış yanan sobayı izliyordum. Yeni odun atarken çıkan cızırtıları herkes duyuyordu.
(2 ay sonra)
Omzum iyice iyileşmiş tekrardan sahalara çıkmıştım. Bugün büyük gündü, kuzey tarafında olan casusumuz an ve an her şeyi bize bildiriyorlardı.
Öğrendiklerimize göre kuzey savaş açmak için bugünü bekliyormuş. Bu gece dolunay var, aslında neden bu geceyi seçtiklerini bilmiyorum. Kılıcımı kalaylarken oluşan keskinlik parmağımı kesmişti.
İyice kuruladıktan sonra kılıfına koymuş omzuma asıp dışarıya çıkmıştım. Askerler hala çalışıyor, geceye kendilerini hazırlıyorlardı. Bazı askerler hala korkuyordu, korkuları yüzlerine yansıyordu. Bu gece burada gördüğüm insanlar artık var bile olmayabilirdi ve bu gerçeği bilmek bana oldukça fazla acı veriyordu.
Tanrı bizi korusun.
..
![](https://img.wattpad.com/cover/369386170-288-k469748.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dark paradise-taegguk
FanfictionEskiden arkadaş olan çocuklar büyümüş birbirleriyle ülkeleri için savaşmaya karşı karşıya kalmışlardı.