..
Yere düşen bedenim ile korkuyla bakıyordum gözlerine. Hiç tanımıyor gibiydi, iki yabancı gibiydik. Ruhumda ilk önce bir şeyler kırıldı, sonrasında ise kendimi savunmak amacıyla kaldırdığım kılıcım parçalandı.
Hiç bir hamlem kalmamıştı, gözyaşlarım göz pınarlarıma dolarken kaldırdığı ve biraz sonra bana saplayacağı kılıca bakıyordum.
Yağan yağmurun damlaları yüzüme düşüp kayıp gidiyordu teker teker. Olabildiğince arkaya kaçmaya çalışıyordum güçsüz düşen bedenimle.
"Bize güç ver, tüm düşmanlarımızı yenmek için!" Ağzından bir haykırış koptuğunda bana yaklaşıyordu yavaş yavaş. Diğer askerler birbirleri ile savaşırken biz sadece birbirimize odaklanmış gibiydik.
Arkadaş gibi değil, düşmandık.
"Sence Tanrı bizim yanımızda mı?" Kopardığım çiçeği koklarken sormuştum ona doğru, Taehyung tatlı bir gülümseme ile bana bakmıştı. Elimizde ağaç dallarından yaptığımız kılıçlar vardı.
"Elbette! Bence Tanrı her zaman yanımızda ve bizi kutsuyor." Gördüğüm taşı ona gösterdiğimde sopası ile yukarıyı göstermişti. "Annem derdi ki, Tanrı yukarda ve her zaman bizi izliyor." Kafamı kaldırıp yukarı baktığımda sadece gökyüzünü görüyordum.
Aslında kafam karışmıştı, Tanrı gökyüzü müydü yani?
Ayağa kalktığında ben de kalkmıştım. "Sonra yine görüşürüz Jeongguk!" Elimi sallarken koşarak diğer tarafa gidiyordu.
"Tanrı'nın lütfuyla!" Kırılan kılıcımı yukarı kaldırdığımda büyük bir gökgürültüsü çıkmıştı ortaya, yer sallanırken bulutlarda çakan şimşekler üstüme doğru toplanmaya başlamıştı. Askerler olan mucizevi olayın korkusundan dolayı iyice açılırken ikimizin üstüne beyaz bir ışık akmaya başlamıştı yukarıdan.
Tüm bedenimde, kanımda, ruhumda bu gücü hissederken ayağa kalkmıştım yavaşça. Elimde ki kılıç eski haline dönerken hissettiğim yoğun güç dalgasıyla çığlık atmıştım.
Tanrı beni duymuştu, beni lutuflamıştı.
Askerlerin yarısından çoğu olan olaydan dolayı korkup birliklerine geri kaçmıştı. Kalan askerler ise oldukları yerde can vermişti. Taehyung kılıcını yere geçirdiğinde ayağımın altında ki toprağın kırıldığını hissediyordum.
Elimi yere koyduğumda olan geçici depremin geçmesini bekliyordum. Kılıcımın ucu yere değerken ayağa kalkmış birbirimize bakmıştık. "Sen nasıl beni öldürmeye kalkarsın!" Ona doğru bağırırken kılıcımın ucuyla onu gösteriyordum. "Teğmen artık çocuk değiliz, arkadaş hiç değiliz!"
Ona doğru koşmaya başladığımda yere sapladığı kılıcını çıkartıp bana doğru koşmaya başlamıştı o da. Bir anda güneş açarken onun dikkati dağılmış ayağı kaymıştı.
Fakat hangi kılıç kime girmiş bilmiyordum.
Hissettiğim saf korku ile birbirimizin tam gözlerine bakıyorduk. Sonrasında elindeki kılıç yere düştü, geriye düşmeden önce omzuna saplanan kılıcımı tuttu iki eliyle. "Hiç fena değilsin teğmen."
Geriye doğru düştüğünde iki bacağımın üstüne düşmüş. Tam yanına yatmıştım. "Bir omuz yaralanmasından ölecek adam değilsin sen Komutan." Yorgun bir kıkırtı koptu dudaklarından, kafamı çevirdim ona doğru. Gökyüzüne bakıyordu, yağmur kesilmiş bulutlar açmıştı.
Eskiden tam savaştığımız yerde çiçeklerin arasında koşarak oynuyorduk. Şimdi ise savaşmaktan yüzlerimize bulaşan kan ile birbirimize bakıyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dark paradise-taegguk
FanfictionEskiden arkadaş olan çocuklar büyümüş birbirleriyle ülkeleri için savaşmaya karşı karşıya kalmışlardı.