Bölüm I | Beklenilmez.

1.3K 44 27
                                    

"Alo?"

Ece'nin ölümünün üzerinden yaklaşık 8 ay geçmişti. Kendini büyütmeye çalışırken ardında bırakamadığı, kendi canın'dan çok sevdiği Ecesi'nin kendini öldürmesinin üzerinden 8 ay geçmişti. Sadece. 8 aydır kendini otomatik pilota almış, hayatını sadece gereklilik üzerine yaşıyordu. Hoş ilk birkaç ay bu da yoktu; yemeden içmeden kesilmiş, hayatını sadece ve sadece dışarıda dolanarak ve mümkünse uyuyarak geçiriyordu. Uyku onun için hiçbir zaman tutarlı olmamıştı, uykusuzluğa alışıktı. Geceleri düşünceleri arasında boğulup kalmak yeni birşey değildi onun için. Bu süreçte müzik bile dinleyemez olmuştu. Ece'si müziği çok severdi, ona müziği abisi öğretmişti. Ama şimdi istese bile dinleyemezdi, çünkü ölmüştü. Ve Alaz ne yapsa suçluluk hissi gitmiyordu. Ama bu hissin durmasını istiyor muydu, bilmiyordu.

Üstelik altını üstüne getirdiği tek şey bu da değildi. Asi. Asi de vardı. Asi'yi kendinden uzaklaşmaya mecbur etmişti. O kargaşanın arasında, o'na gelip bir bebekleri olacağını söylemişti. Herşeyi bir kenara bırakıp, o anlık o'nun kendinden bile soyutlanmasını sağlayan birşey söylemişti. Bir "can" vardı artık. Sorumlu oldukları bir can. Fakat Alaz bu sorumluluğu alabilecek durumda olduğunu düşünmüyordu. Haklıydı. Dağılmış vaziyetteydi ve bir can'ı daha dağıtmak istemiyordu. Babası gibi olmak istemiyordu. Ama bunu berbat bir şekilde dile getirmişti ve çoktan birini dağıtmıştı. Kendi korkuları yüzünden en sevdiğinin canını yakmıştı. Yine.

Ve bu sefer sevgilisi dayanamamıştı. Ama bu o'nu üzemezdi, "Bu zamana kadar bana nasıl dayandın bilmiyorum!" demişti zaten. Ondan uzaklaşması için gerekli olan her şeyi vermişti. Ve sevgilisi bu "her şeyi" sonuna kadar kullanmıştı, hakkıydı.

Şimdiyse yaşadıkları son "onlar" gibi hissettiren anın gerçekleştiği yerdeydi. Birbirlerini kırmadan konuşabildikleri son dakikalar yaşanmıştı burada. Sonrada zaten Asi gitmişti. Bebekten de, Alaz'dan da kurtulmuştu. Tam da Alaz'ın istediği gibi olmuştu her şey. Birbirlerinden kurtulmuşlardı, bitmişti.

En azından Alaz öyle biliyordu. Ama zaten doğru bildikleri ne zaman doğru olmuştu ki?

Hiç tanımadığı bir numara tarafından aranmıştı. Üstelik yabancı bir numaraydı arayan. Garipsemişti. Son zamanlarda zaten ailesi dışında kimse o'nu aramazdı ama yabancı bir numara tarafından aranmak dahada garipti. Ama telefonu açtı, içinden o'na açması için haykıran sese güvenmişti. Dinlemişti o sesi. Hem belki beklediği kişiydi arayan. Özlemişti o'nu. Cesaret edememişti aramaya ama zaten sevgilisi her zaman ondan daha cesaretli olmuştu.

"Alo?" diye tekrarladı kendini yüzünde umut dolu bir tebessüm ile. Ardından sakıncalı bir nefes verdi telefondaki kişi. "Hello, am I talking to Alaz Soysalan right now?/ Merhaba, Alaz Soysalan ile mi görüşüyorum?" telefondaki kişinin beklediği kişi olmadığını anladığında yüzünde ki gülümseme solmuş, yerini yaklaşık 8 aydır taşıdığı donuk ifade almıştı. "Yes. Who are you?/ Evet. Kimsiniz?" diye sordu cevabının ardından. "My name is Stella Martins. I am a nurse at the St Thomas' Hospital in London, England. I am calling to inform you about Asi Yıldırım, you are the emergency contact in her file./ Adım Stella Martins. İngiltere, Londra'da St Thomas' Hastanesinde görevli bir hemşireyim. Sizi Asi Yıldırım hakkında bilgilendirmek için arıyorum, dosyasında ki acil iletişim numarası sizsiniz." duydukları o'nu dumura uğratmıştı. "Asi Yıldırım?" diye tekrarladı kendini emin olabilmek için. "Yes, sir. Asi Yıldırım. She is our patient and.../ Evet, beyefendi. Asi Yıldırım. Hastanemizde kayıtlı hastamız kendisi ve..." kadının duraklaması o'nu geriyordu ama devam etmesine izin verdi, içindeki o sese tekrar güvendi. "Sir if you're standing right now I want you to sit down. What I'm going to say next is nothing easy to hear so... Please sit down./Beyefendi eğer ayaktaysanız sizden oturmanızı rica ediyorum. Söyleyeceklerim, duyması kolay şeyler değil. Lütfen oturun." kadının istekleri gerginliğine gerginlik katıyordu ama yine bölmedi lafını, bitirmesine izin verdi. İçindeki o sesi dinledi, tekrar.
"Miss Yıldırım... She passed away./ Asi hanım... Kendisini...maalesef kaybettik."

Sessizlik. Uzunca bir sessizlik. Nefessiz kalınan, ölüyormuş gibi hissettiren upuzun bir sessizlik. Ölüyormuş gibi hissettirip aynı zamanda kalbini hiçbir zaman atmadığı kadar hızlı attıran bir sessizlik.

Sessizlik, sensizlik.

Kadın konuşmaya devam edeceği anda ağzından bir hıçkırık duyuldu Alaz'ın. Göz yaşlarını daha ne kadar içinde tutabilirdi bilmiyordu. Bildiği tek birşey vardı; o da dayanması gerektiğiydi. Bekledi ve kadın konuşmaya başladı, "My condolences. Please don't turn off the phone, I have to inform you about more./Başınız sağ olsun. Lütfen telefonu kapatmayın, daha söyleyeceklerim var." daha ne duyabilirim diye düşündü, ne kadarına daha dayanabilirim? "She passed away during labor./ Asi hanım... Doğumda hayatını kaybetti."

Bir sessizlik daha. Bu sefer kalbi atmıyordu ama, aksine durmuş gibiydi. Atmıyordu.

"Besides being her emergency contact you are also legally the father of the baby. Before passing she told me that you didn't new about her so... I can understand that it's very hard for you. But there are some important things to discuss./Acil iletişim numarasının yanı sıra aynı zamanda kayıtlarda bebeğin babası da sizsiniz. Vefat etmeden önce bana haberiniz olmadığını söylemişti... Sizin için ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum fakat konuşulması gereken önemli konular var." devamını dinlemedi, dinleyemedi.

Yıkık dökük, yarı buçuk hayatı şimdi dahada dağılmıştı ve Alaz ne yapacağını bir kenara bırak ne düşüneceğini bile bilmiyordu. Kafası hiç olmadığı kadar karışık, zihni hiç olmadığı kadar bulanıktı. Sevgilisi, Asi'si ölmüştü. Ve ondan geri kalan tek şey aylar önce ölmesi gerektiğini düşündüğü, sevgilisinin kalbini kırmak pahasına ondan kurtulması için yalvardığı kızıydı. Annesi'nin, Asi'sinin ölümüne sedep olan kızı. Sadece kızı. Kızı.

CiğerpareHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin