Hızlı adımlarla salona doğru yürüdüm.Kocaman bir salondu .Yere kadar cam olduğu için,olağanüstü bir deniz manzarasına sahipti. Masmaviydi. Pencereden aşağıya baktığımda yemyeşil bir alan vardı, o alanda da çok güzel bir hamak. Evin dekorasyonu da çok güzeldi Genelde ahşap tonlar olsa da mat parkelerin üzerindeki beyaz mobilyalar ve onlara eşlik eden tablolar çok gösterişliydi. Masa, konsol, avizeler... Rüya gibi bir evdi.
Yalnız dolaşıyordum salonda, sonra bir anda, bir adım daha attığımda, odanın içine yüzlerce insan dönüştüğünü hissettim. Herkes benimle beraber aynı yere bakıyordu. Bastığım parke ayaklarımın altından kayıyor giydi. Zemin kaybolmuş, yerine bir boşluk yerleşmişti. Dudaklarım aniden kurumuş, dilim hareket etmeyi unutmuştu. Dilimi hissetmiyordum, konuşabileceğimi sanmıyordum. Gözlerim, bir daha görmemek, bu âna bir daha tanık olmamak için neredeyse kör olmak istercesine bana yalvarıyorlardı.
Kim olduğumu unutmuşum ve yavaşça kim olduğunu hatırlıyordum...
Dünyaya gelmeden önce ben neredeydim? Kimin yanındaydım? Kim bakıyordu bana? Kim seviyordu beni? Kim tutuyordu ellerimden? Kim kolluyordu beni kötülüklerden? Kim öğretiyordu bana spermin rahme yerleştiği zaman ve sonra doğduğumda nelerle karşılaşacağımı, nereye gideceğimi? Kim bahsediyordu bana hayattan? İçindekilerden? Nasıl karar vermiştim ben dünyaya gelmeye? Veya başka türlü sorayım: Kimin sayesinde tercih etmiştim dünyaya gelmeyi? Bu benim tercihim mıydı? Sorulmuş muydu bana hiç?
Veya... Dünyalıların deyişiyle,hangi aşkın sonucu meyve olarak doğmuştum; meyvelerin birbirini sevmediği, bazende zehirlediği bu değişik dünyaya?
Yoksa gelişigüzel bir ilişkinin sonucu muydum ben? Annem metres miydi ya da? Ah! Yoksa babam karısını başkasıyla mı aldatıyordu? Yoksa babam sarhoş muydu ve annem kürtajın günah olduğuna inandığı için, beni doğurup sonra da bakamayacağını düşünerek bırakmış mıydı? Onlar kimdi? Kimlerdendi? Beni hiç görmüşler miydi?
Doğduğum andan beri kafamın içinde oradan oraya koşturup duran cevapsız sorularım vardı... Belki sadece bugün değil, ömrüm boyunca cevapsız kalacaklardı. Çünkü onları beynimdeki herhangi bir koltuğa oturtamıyordum. Beğenmiyorlardı hiçbir yeri! Beğendiremiyordum. "Aşkın meyvesinin sen," dediğimde kendime, biraz rahatlar gibi oluyorlardı ama sonra " Belkide değilsin! Sen dünyalıların dediğide gibi piçsin. Sevgisiz, gelişigüzel bir şeyin doğuşusun," dediğimde, oturdukları yerden kalkıp oradan oraya koşarak ağlayıp zırlıyorlardı. Piçim yada sevgiyle doğmuşum Ne fark eder ki? Dünyadaydım işte. Ben hem piçtim hemde sevginin meyvesi olarak doğan bir çocuktum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARSINTI
Teen Fiction"Ne olur, diyorlardı"."Daha fazla bakma Eylül!" Bakmaya devam ettim.Çünkü yüzleşmekten kaçamadığım acı geçmişim bir çerçeve içinden bana bakıyordu. Kır saçları, yeşil gözleri... Demek ki o mektup... Demek ki yaşadığım o takip ediliyormuşum hissi...