Lidya ile Levent'teki Kanyon AVM'de buluştuk. O yine her zaman kısa tuttuğu siyah saçları, yüzünde güzel gülümsemesiyle beni elinde bir kahveyle, kafede bekliyordu. Gülümsemesinin onu parlattığını düşünürdüm çünkü girdiği her ortamda o gü- lünce insanlar ona bakıyor gibi gelirdi bana. En güzeliyse, Lidya ile aramızda hiçbir şey değişmemişti. Seneler bizden hiçbir şey götürmemiş, aksine daha da büyütmüştü dostluğumuzu. Ona eski günlerdeki gibi kocaman sarıldım. Sarılır sarılmaz, "Ofiste pek görüşemiyoruz bu aralar, iyi yaptın! Zaten görüşünce de ayaküstü oluyor ve bu durum canımı sıkıyor, rahat rahat konuşamıyoruz," dedi.
"Aynen. Bizim asistan Öykü bilerek danışanlara birbirimizi çok göremeyeceğimiz saatleri veriyor sanırım. Özledim seni çok," dedim ve tekrar sarılmak istediğimi belirterek kollarımı açtım. Görüşemeyeli yaklaşık bir ay olmuştu.
"Canım Derin'im," diyerek o da bana sarıldıktan sonra gözüklerini masaya bırakıp, "Ne oldu sana? Niye ranzandakinden rahatsızsın? Klasik şeyler mi oldu yine? Benden de rahatsız oluyor muydun böyle, gidip söyleniyor muydun birilerine?" diye bana hafiften takılarak, direkt konuya girmek istedi.
"Seni kime şikâyet edeceğim? Deli," diyerek gülümsedim. "Çok da klasik şeyler olmadı sanki Lidya..."
"Tolunay'da uzun zamandır bir ilgi eksikliği var. Evet, akademisyen olup üniversitede çalışmasından çok mutluyum. Onunla gurur duyuyorum. Hem istediği de buydu, mutluluğu nu hep paylaştım. Ama bu esnada, üniversitede yaptığı araştır malar olsun, okulda geçirdiği zamanlar olsun, birbirimize vakit ayıramamaya başladık. Gerçi ben ayırmaya çalışıyorum, yani boy vaktim oluyor, mesela akşamları genelde hep evdeyim ama o ya geç geliyor ya da gelince az iletişim kuruyor..."
Araya girmek istediğini belli edercesine bakınca, ona izin verdim.
"Kızım bu problem mi? Tamam tabii, öyle de... Problem diyerek etiketleme. Beynin büyütür sonra. Olur böyle şeyler, çok normal, Sonuçta akademisyenliğe yeni başlamadı mı? Ne kadar oldu? Zamanla işler rayına girer, o da programını ona göre yapar. Hem sen değil miydin ilişkide bireyselliğe önem veren?"
"Aynen, yeni oldu. Yeni dediğim bir sene oldu. İlk başlar da hissetmiyordum böyle ama üniversite daha çok ders talep edince, Tolunay da araştırmalarına araştırma katınca malum ilişkimiz de çok çatırdadı... Eskiden saatlerce konuşurduk bi- liyorsun, gelir sana da anlatırdım Tolunay'dan öğrendiklerimi. Kendi branşı olmamasına rağmen psikolojiyle ilgili nasıl dona- nımlı olduğunu sen de bilirsin, Ama artık yok, hiç paylaşımımız kalmadı."
"Bence anlayışsızlık ediyorsun Derin. Akademisyenliğin ko- lay olmadığını sen de biliyorsun," dedi, sanki Tolunay'a hak verirmiş gibi bir yüz ifadesiyle.
"Lidya anlayışsızık değil ki bu. Sen de biliyorsun ilişkide sevginin, paylaşımın ne kadar önemli olduğunu! Paylaşım olmadan, iletişim kopukken ne kadar iyi gidebilir ki? Ben yine de ilişkimizi kurtarmaya, daha doğrusu düzeltmeye çalışacağım zaten. Sadece anlasın istiyorum," dedim, ılımlı davranmaya çalışarak. Gerçekten kurtarmaya mı istiyordum, yoksa dilim mi sürçmüştü? Dil sürçmelerinin aslında gerçekleri söylemek olduğunu okumuştum okulda... Gerçekten kurtarılacak kadar kötü bir halde mi görüyordum ilişkimizi? Bu yüzden mi kurtarmak istiyordum? Emin olamıyordum. Ama böyle söylemek istemiş- tim. Bilinçaltımı kendimden daha iyi tanıyordum, gerçekten iliş kimizi kurtarmak da istiyordum.
"Bence onun anlamasını bekleme. Erkekler bir kere değil, bin kere söyleyince anlıyorlar. Ay, ben de benimkinden az çek- medim, konuşmadan anlasın diye! Ne oldu? Anlamadı, so- nunda ben yine gece boyunca saatlerce dil döktüm durdum." Gülerek kendi hayatından örnekler verdi bana. Ama insanları dinlerken, bu kişi Lidya bile olsa, artık dikkat ediyordum. Çün- kü herkes kendi kalıp yargılarını cebinde taşıyordu. O yargılar, hayat içinde onaylanarak yaşantılara dönüşüyor ve daha sonra sözcük olup dilden dile aktarılıyor, insanların birbirini etkileme- sine sebep oluyordu. Oysa herkesin deneyiminin, yargılarının ve inançlarının farklı olduğu bir dünyada, mutlak doğru aramak da bu yüzden çok zordu. Lidya konuşurken, kendi dünyama dönmek istedim. Hızlıca çocukluk anılarım aklıma geldi... İlko- kulda Lidya, ben ve Ceylin beraber takılırdık. 2. sınıftayken, bir kavgaya karışmıştım. Aslında kavgaya karışmamış, istemeden içinde bulmuştum kendimi. Ceylin'le bir çocuk -hatta adını hiç unutmuyorum, Ege- dalga geçmişti. Ceylin'in yüzündeki sivil- celerdi dalga konusu olan ve ben çok sinirlendiğim halde hiç- bir şey diyememiştim. Lidya, Ceylin'i savunmuştu. Bir ya da iki hafta sonra, Ege bizim grubumuza takmaya devam ettiğinden, bu kez benimle dalga geçmişti; sıra bana gelmişti. Suskunluğumdandı benimle uğraşması, korunmasızlığımdandı. "Ne oldu ağ- zından hiçbir şey çıkmıyor? Konuşsana ezik!" demişti. O kadar üzülmüştüm ki... Okuldan nefret etmiştim. Yine Lidya'ydı beni koruyan ama bu sefer Ceylin de tepki vermişti Ege'ye. Şimdi de aynı mı oluyordu acaba? Yine bir erkeğe tepki veremiyordum. Ve yine beni korusun diye Lidya'ya gelmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARSINTI
Teen Fiction"Ne olur, diyorlardı"."Daha fazla bakma Eylül!" Bakmaya devam ettim.Çünkü yüzleşmekten kaçamadığım acı geçmişim bir çerçeve içinden bana bakıyordu. Kır saçları, yeşil gözleri... Demek ki o mektup... Demek ki yaşadığım o takip ediliyormuşum hissi...