Eğer bundan beş altı sene önceki Derin olsaydım, şimdi gözümün önüne perde inmiş olacaktı. Karanlık. Siyah, simsiyah bir perde görüyor olacaktım. Bana her şeyin kötü gittiğini söyleyecekti bu perde. Benim işleri hep darmaduman ettiğimi fısıldayacak, sesi kulaklarımdan gitmeyecekti. Susmayacaktı. Güneşi göstermeyen bir perde olacaktı bu. Ben o güneşi, o siyah perde yüzünden hiç göremeyecektim. Aslında o perdeyi kenara çekmek çok kolayken, insanın farkında olmadan yaşadığı birçok şey yüzünden mutsuzluğa saplanması gibi, ben de perdeye takılacaktım öylece. Ve muhtemelen şu an çıktığım ofis yolunda, sadece o perde gözümün önünde olacağı için, yaşadıklarıma ve hayata dair hiçbir güzel şey düşünemeyecektim. "Her şey körü olacak," diyecektim. Veya daha fenası, her şeyi genelleyip, "Erkekler anlayışsız baksana şuna," diyecektim. Ya da "Hayat çok zor," diye söylenip duracaktım ve bunların hiçbiri, hiçbir şeye çare olmayacaktı. Çoğu insan böyle değil miydi? Kötü bir şey yaşadığında, sanki gözlerine siyah bir perde inmiyor muydu? Tıpkı dışarıda pırıl pırıl güneş varken gök gürültüsü duymak ya da sevimli çocukların tatlı kıyafetleri ve gülümsemesi yerine sadece yürüyen iki canlı görmek gibi. Evren anlamını yitirirdi. Ama buna izin veren de vermeyecek olan da bendim ve bunlarn insanın bilinçsizliğine bağlıyordum. Eğer insanlar bilinçli olsay. dı, bu perdelerin de farkına varabilirlerdi. Halbuki, dağılmalar toparlanmadan önce gerçekleşirdi. Toparlanmanın öncesi hep yıkımdı. Eğer insan perdenin farkına varırsa, o perdeyi şöyle bir kenara çekerek tekrar güneşe bakabilirdi. Bugün o perdeye izin vermeyip ofis yolunda arabamın camından sadece güneşe bakacağım. Çünkü her şey güzel olacak. Hem neden olmasın ki?
Yolda bunları düşünürken, erkenden ofise geldim. On beş dakika kala gelmiş olmam belki biraz benim açımdan geç sa- yılabilirdi çünkü danışan gelmeden ofiste vakit geçirmeyi severdim. Öykü ofisteki odama ihtiyacım olan her şeyi bırakmış, hatta ofisimi toparlamıştı. Ben köşemdeki bardağı ve masa saatimi görebileceğim bir yere yerleştirirken, Öykü, "Hoş geldiniz Derin Hanım, nasılsınız? Doruk Bey lobide bekliyor, alalım mı?" diye sordu. "İyiyim canım sen nasılsın? Tabii, alabilirsin hazırım," diyerek yanıtladım. Şöyle bir üstümü başımı düzelttim. Doruk Bey, üzerinde vücut hatlarına yakışan beyaz gömleği ve açık düğmelerinin arasından görünen çok hafif göğüs kılları, altında siyah kumaş pantolonu, şık beyaz ayakkabıları ve ortalama uzunluktaki dağınık saçlarına uygun, düzgün kesilmiş sakalıyla kocaman gülümseyerek, "Merhabalar, Doruk ben," diyerek selamladı ve arkasından kapıyı kapadı. Ben de o sırada kendi dertlerime kapılarımı kapadım. "Merhaba, ben de Derin," diye yanıtladıktan sonra, ondan karşımdaki koltuğa oturmasını rica ettim. Aramızda da küçük, ahşap bir sehpa vardı. Telefonunu uçak moduna alarak sehpanın üzerine bıraktı. O otururken yaşını düşündüm. Sanırım 30-35 yaşlarındaydı. Ama emin değildim. Nasıl olsa zamanla öğrenecektim, merakımı şimdilik bastırarak, "Nasılsınız, nasıl gidiyor her şey?" diyerek
konuşmayı başlattım.
"İyiyim teşekkürler... Bu arada sen dersem sorun olur mu?" diye sordu. Bu, seansın rahatlık adımlarından biriydi çünkü siz veya sen, ikisinden birini kullanacaktık. "Tabii, sen diyebilirsin," diyerek yanıtladım.
"Gerçi iyiysem burada işim ne ama," diyerek yine sıcak bir gülümseme yerleştirdi suratına. Espritüel birine benziyordu. Ben de gülümseyerek cevap verdim. "Aslına bakarsan, buraya her zaman kötü durumda olanlar gelmez. Ama genelde insanlar hep çok kötü durumdayken gelirler. Mühim olan iyi durumdayken de buraya gelmektir. Ama psikoloğa gitmeyi, çok kötü bir şey zanneden bir toplumda yaşıyoruz..."
"Haklısınız. Aslında bu da benim ilk deneyimim. Daha önce hiç terapiye gitmedim. Yanlış anlaşılmasın, ben öyle psikoloğa gitmeyi kötü bir şey sanmıyordum. Hatta bence 29 yaşındaki birine göre belki de utanılacak bir durum çünkü psikoloji bilimine çok meraklıyım ve hayatlarımızın çözüm yollarında bize ne kadar yardımcı olacağını biliyorum ama bir şekilde hep erteledim gelmeyi ve geçen ay Ulus'a taşındığımdan sizi bura- larda gezerken buldum. İşte şu an buradayım." Konuşmasını dinlerken sadece gülümsedim ve devam etmesini bekledim. Ben, dönüp masanın üzerinde unuttuğum not defterime uzanırken, "Derin diyebilir miyim?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARSINTI
Teen Fiction"Ne olur, diyorlardı"."Daha fazla bakma Eylül!" Bakmaya devam ettim.Çünkü yüzleşmekten kaçamadığım acı geçmişim bir çerçeve içinden bana bakıyordu. Kır saçları, yeşil gözleri... Demek ki o mektup... Demek ki yaşadığım o takip ediliyormuşum hissi...