• Merhaba okumaya başlamadan önce sizden bir isteğim olacak. Lütfen decalcomania dinleyerek okuyun.
İyi okumalar!✭
Hayattan beklentilerimiz olurdu, isteklerimiz, umut ettiklerimiz olurdu. Her insanın olurdu öyle değil mi? Dayanağı olurdu. Kimileri kariyerinde başarılı olmayı amaç edinmiş kimileri sahip olduğu işe, ailesine, aşkına tutunmuş hayatını bir şekilde idame ettiriyordu.
Hayatta eşitlik yoktu. Eşitlik kavramı bu vidası gevşemiş dünyanın üzerine emanet gibi duruyordu.
Yalnız olmak sadece bir başına olmak değildi. Bazen yanınızda onlarca insan olmasına rağmen yapayalnız hissederdiniz, yabancı, bu dünyaya yabancı hissederdiniz. İnsanlar hep bir şeylerin arayışı içinde sürekli karmaşanın, süregelen bir telaşın içinde savrulup saçılıyordu. Hayatın saf güzelliğini fark edemeyecek kadar körlerdi, hayatın tüm acı serzenişlerini duyamayacak kadar da sağırlardı.
İnsanoğlu nankördü, ta en başından beri.
Jeongguk oturduğu koltukta yan yatırdığı başını dikleştirerek içinde kaybolduğu düşüncelerinden sıyrıldı. Her zaman çok derin düşünen buna zıt az konuşan bir insandı. Bu derin düşünmeleri gece vakti ona müthiş bir baş ağrısı olarak dönüyordu fakat bunun önüne geçemiyordu. Saat neredeyse gece yarısı olmuştu ama hâlâ sevgilisinden haber alamıyordu, o eve gelmiyordu. Yaklaşık üç buçuk saattir deriden döşeme kanepenin üstünde hareketsizce oturmuş sevgilisinin eve gelmesini bekliyordu. Jeongguk artık yorgunluktan kırılıyordu vücudu bir kenara ruhunu dahi taşımakta zorluk yaşıyordu. Hayat onun için zorlaşmaya başlamıştı dayanamıyordu, etrafına sarılmış prangalar yüzünden yerine mıhlanmış gibiydi. Ağzına çengel vurulmuş kulakları uğulduyordu. Göğsü daralıyor, elleri karıncalanıyordu. Bulunduğu odadaki hava Jeongguk için yeterli değildi.
Ellerini koltuğun kolçağına yerleştirip ayaklanmaya çalıştı. Çalıştı çünkü Jeongguk bedenini taşıyamıyordu. Zaman geçtikçe o kadar güçsüzleşmişti ki zaten çıt kırıldım olan bedeni iyice erimişti.
Jeongguk hastaydı.
Bu hastalık onu gün geçtikçe silik bir insana dönüştürüyordu. Aynanın karşısında kendini böyle bitmiş tükenmiş görmek ağır geliyordu. Gözlerindeki ışıltı, yaşam sevinci, heyecanı, mutluluğu, enerjisi yitip gitmişti.
Evlerinin balkonuna sonunda varabilmiş derin nefesler alıp veriyordu. Hava sıcak değildi ama soğuk da değildi dengeliydi. Jeongguk soğuğu hiçbir zaman sevmemişti, kolay üşürdü. Hava azıcık esince bile burnu buz gibi olurdu, böyle olduğunda Taehyung sevgilisinin burnunu öperek ısıtırdı. Taehyung sevgilisini öperken aynı zamanda burnunun ucunu ısırdığı için söylenirdi Jeongguk, şimdi o tatlı isyanları bile özleyeceğini nereden bilebilirdi? Taehyung biriciğinin ellerini koca avuçlarının içine alır Jeongguk'unu saniyeler içerisinde sıcacık ederdi.
Bunları özlemişti. Taehyung'unun onunla böyle ilgilenmesini, sevmesini, yanında durmasını daha pek çoğunu özlemişti. Ne ara bu hâle gelmişlerdi ne ara her şeyiyle arasına bu kadar mesafe yer etmişti hatırlamıyordu, bilmek, düşünmek istemiyordu çünkü bunu düşünmek bile sol kaburga kemiğinin altına baskı yapıyordu.
O sırada içeride kapının girişinden anahtar sesleri geldi, gelmişti. Balkonda nefesini düzene sokmak için oturan genç heyecanlandı sebebini tam olarak bilmiyordu, hoş Jeongguk'un kalbi de hisleri de ona karşı hep böyle ilk gün ki gibiydi. Balkondan çıkarak adımlarını salona yöneltti. Her adımında âşık olduğu adamın kokusunu daha da hissediyordu havadaki kokuyu derince içine çekti. Kokusunu çok seviyordu ihtiyacı olan nefes dışarıdaki hava değildi Taehyung'un kokusunun kendisiydi.