Fani bir dünyada, gani bir hayat içerisindeydim. O zamanlar on üç yaşındaydım ve babam bana yedi yaşımdan beridir Judo, karete ve kendi geliştirdiği bir dövüş sanatını yaz kış demeden hergün öğretiyor. Yine çok feci bir kış gecesi yalın ayak pratik yapıyorduk. Bizim pratik yaptığımız bölgede fazla yağış yoktu ve hafif karlı bir toprak üzerinde yürüyorduk ama yine de hem ayaklarım, hem de parmaklarımın ucu buz kesmişti. Anlamıyordum, neden kot pantolonumun cebine sığabilecek kadar küçük iki taş için bu kadar pratik yapmak zorundaydım ki? Ne vardı sanki en azından ayağıma bir çift çorap giyseydim? Kendi babam neden bana bunu yapıyordu, bir insanın babası neden kendi kızına bu denli acımasız bir şey yapar?
Birden gürültülü bir patlama sesi geldi deniz kenarındaki kullanılmayan deniz fenerinden. Etrafa hafif, yumuşak bir sis bulutu yayıldı. Kar şiddetlenmeye başladı. Etraftaki şeyleri zar zor görebiliyordum. Çıplak ayaklarımın üzerine her bir kar tanesi geldiğinde daha çok acıyordu. Zar zor görünen deniz fenerinin fenerinden mavi ve kırmızı kıvılcımlar çıkıyordu. Yoldaki kar kalınlığı gittikçe artıyordu. İncecik üstümle dona kalmıştım olanlar karşısında. Babam boynundaki hayatı pahasına koruduğu kırmızı taşı boynundan çıkardı ve bana fırlattı.
"Kaç," dedi bana. "Zaten boynunda olan mavi taşı ve bunu al. Kıvılcımların sana ulaşmasına izin vermeden kaç. Bir canavar-" ,konuşamıyordu bile. "Mavi gözlü, siyah saçlı bir şey. Bembeyaz bir teni var. Ne olursa olsun taşları almasına izin verme ve hayatın pahasına o taşları koru!"
Babam bunları dedikten sonra kırmızı kıvılcımlardan biri babamın kalbine bir mızrak gibi saplandı. Banam tam olarak bu kıyametin ortasında can verdi. Ellerim titriyordu ama kaybedecek vaktim yoktu. Ayaklarım her adımımda daha çok acıyordu ama kalbim daha çok acıyordu. Babam madem öldü, boşuna ölmemeli. O bana güvendi, bana. Onun isteğini yerine getireceğim, her ne olursa olsun...
Bu kardan ve dumandan karadayken kaçamazdım. Bu yüzden sahildeki motorlu teknelerden birini çalıştırdım ve karşıdaki adaya doğru gittim. Tekne karaya vurduğunda her şeyin bittiğini, artık güvende olduğumu sandım. Yanılıyordum. Adada milyonlarca ölü kuş vardı. Ada resmen bir dehşet yuvasına dönmüştü. Yukarı çıktıkça cansız kuşların cesetleri artıyor, etraf daha da sessizleşiyordu. En tepede bir çocuk süllieti vardı. Sanırsam benim yaşlarımda biriydi. Onun da bu adaya kaçtığını ve gördüğü canilik eseri sonucu donup kaldığını düşündüm. Ne olur ne olmaz kırmızı taşa bağlı olan ipliği bileğime sıkıca bağladım ve çocuğun yanına temkinli bir şekilde gittim. İyice yaklaştığımda omzuna hafifçe dokundum ve,
"Hey, iyi misin? Bu manzara, korkunç... değil mi?" Dedim.
"Korkunç mu? Korkunç olduğumu mu düşünüyorsun?" Diye karşılık verdi o da.Anlam veremedim ve "Tabiki, korkunç ama sen hiçte korkunç gözükmüyorsun. Neden böyle düşündün ki? Gayet güzel ve iyi görünüyorsun."
Heyecanlı bir şekilde arkasını döndü ve bunları derken üstüme hızlı hızlı yürümeye başladı,"Gerçekten korkunç olmadığımı mı düşünüyorsun? Sence ben gerçekten güzel miyim? Böyle mi düşünüyorsun?"
Delirmiş gibi görünüyordu. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı ve ağzında ise garip bir gülümseme vardı. Geri geri yürüyüp ondan kaçmaya çalışırken ayağım kaydı. Tam tepeden aşağı düşüp denizde boğulacağımı düşünürken çocuk kolumdan tuttu.
"Lütfen beni geri çeker misin? Yüzme bilmiyorum! Lütfen!"
"Lütfen benim için o cümleleri tekrar eder misin?"
"Lütfen geri çek beni, yalvarırım! Beni geri çekersen söz, ne istersen yapacağım! Korkuyorum, boğulmaktan çok korkuyorum!"Bu oğlanın babamın tarif ettiği canavara çok benzediğine emindim. Siyah saçlı ve beyaz tenliydi ama kırmızı gözleri vardı. Uzun sivri köpek dişleri de vardı ama ondan yardım istemekten başka çarem yoktu. Arkadan mavi kıvılcım ışık hızıyla bana doğru geliyordu. Yapacak birşey yoktu. Ölmek için atladım... bileğime bağladığım kırmızı taş bileğimden kaymış ve oğlanın elinde kalmıştı. Bana "gitme" dermişcesine bakıyordu. Kırmızı kıvılcım kolumu sıyırdı ve peşimi bıraktı. Vicudum denizin derinliklerine doğru batıyordu ve buna engel olamıyordum. Çırpınsam da bir işe yaramazdı bu yüzden keyifli bir şekilde ölmek istedim. Bu his tıpkı kaynar bir sıcak çikolata içmeye benziyordu. Canımı yakıyordu ama tatlıydı. Bir süre sonra nefesim tükendi ve biraz biraz çırpınmaya başladım. Vicudum kuma batmıştı bile. Tam "bitti" diye düşünürken kum birden aşağı çöktü. Bu basınç vicuduma çok büyük bir acı veriyordu. Bütün iç organlarıp patlayıp denizde kaybolacak gibi bir his vardı içimde. Sonrasında ne olduğunu jatırlamıyorum çünkü bayılmıştım. Uyandığımda ise değişik bir ormanda sarmaşıklara dolanmış bir haldeydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavinin Sıcak Bir Tonu
FantasyIris yanlışlıkla başka bir evrene ışınlanması sonucu nesilden nesile ailesine aktarılan önemli iki taştan birini kaybeder. Taşı bulabilmek için önce etrafını tanıması gerekir ve birkaç yıl sonra hem neden bu taşların bu kadar önemli olduğunu anlamak...