1.Bölüm:Sonun Başlangıcı

38 12 0
                                    


484 yılı

Viddlesea

♪Legends Never Die♪

⚔ Sonun Başlangıcı⚔

Viddlesea'da büyük bir telaş ve karmaşa vardı. Herkes oradan oraya koşuşturmuş, haberler bir tufan edasıyla herkesin kulağına gitmişti.

Aralarında en telaşlı olanı ise Lord Louhpes'ti. Tüm savaş hazırlıklarını durdurmuş ve savaş cephesindekilere haber göndermişti.

Diğer krallıkta da durumlar farklı değildi. Savaş halâ sürerken iki krallıkta İmparatorluğa gitmek için hazırlıklara başlamıştı.

Bu hazırlıklar tüm hızıyla sürerken Lordun küçük kızı; her şeyden habersiz, aynanın karşında kendine bakıyordu. Göğsüne küçük çiçekler iliştirdiği mavi elbisesiyle; oradan oraya koşuşturuyor, bazen de gelip kendine bakıyordu.

Kaledeki, yahut krallıktaki tüm tantanaya karşın, küçük kızın hiçbir endişesi yoktu.

Tüm neşesiyle merdivenlerden inerken, giyinip kuşanmış olan babasını gördü. Her zamanki gibi sert bakıyordu, ancak onu görünce bakışları yumuşadı ve küçük kızı kucağına aldı. Küçük kız babasının neden böyle giyindiğini merak etti. Genelde savaşa gittiğinde böyle giyinirdi. Yoksa yine mi gidiyordu?

"Baba" dedi. "Yine mi gidiyorsun?
"Hayır" dedi Lord. "Bu sefer birlikte gidiyoruz."

• • •

Zelain

Babam.

Beni her şeyden çok seven, bir kız olmama rağmen bana erkek kardeşim kadar değer veren kişiydi. Beni koklayarak öper, hiçbir zaman yanından ayırazdı.

Bana hep, "Sende kardeşinden farkı bir şeyler hissediyorum." derdi. Ne olduğunu hiçbir zaman söylemezdi, ancak neyi ima etmeye çalıştığını hep anlardım.

Düşündüm. Acaba şuan içimden geçenleri duyuyor muydu? Duymuyorsa bile, en azından hissediyor muydu?

Bu tarz soruları zihnimden atamıyordum. Atsam da, yüreğimde de aynı kuşkuların olduğunu bildikçe onu düşünüyordum. O benim en değerli varlığımdı. Kendimi bildim bileli...

Öyle de kaldı. Bu meçhul zamanda, ona en çok ihtiyaç duyduğum vakitte bu dünyadan göçüp gitti. Ancak bu hiç değişmedi. Şu an toprağın altında olan babam, Lord Louhpes. Kendisi bir zamanlar Neveth Hanedanının lorduydu.

Nivin Krallığıyla olan savaşta onu ve erkek kardeşimi kaybettik. Hanedanın bilginleri, onun bu savaşta güç kaybedeceğini tahmin etse de babam gözü kara kişiliği nedeniyle bilginlerin tahminlerini reddedip, savaşa katıldı ve orduya önderlik etti. Bu kadar mücadele verip savaşı kazandı, ancak daha bunun mutluluğunu tadamadan hayat savaşını kaybetti. Ordudakilerin dediğine göre ise son sözü "Kızıma iyi bakın." olmuştu.

Evet. O kız bendim. İmparatorluğun en saygın Lordunun son isteği bendim. Hayatını benim üzerime kurmuş, üstüne ölümünü de benim üzerime kurmuştu.

Ve şuan babamın yanımda değil de, toprağın altında olması da benim suçumdu. Onu koruyamamış, yaşamasını sağlayamamıştım. Bir kılıç darbesi onu benden almıştı. Tüm zorluklarla mücadele edip kavuştuğum babamı, kader yine elimden almıştı. Hayat çok acımasızdı ve bunu sürdürmeye devam ediyordu.

Babamın ölümü hayatımın dönüm noktası gibiydi. Sanki onunla beraber bende ölmüştüm. Ancak yalnızca kalbim atıyordu. Zaten kalp dediğin şey neydi ki? 60-70 yıl boyunca durmaksızın atar, sonra birden bire durur ve bir daha atmazdı.

Biz de tıpkı sahip olduğumuz kalpler gibiyiz. Bir gün duracağımızı biliyor, ancak buna rağmen durmaksızın çalışıyor, nefes alıyor, hareket ediyoruz. Ancak bizi kalbimizden ayıran bir şey var.

Ruhumuz.

Bedenimiz ölür, ruhumuz ölmez. Gözlerimiz kapanır, ancak ruhunuzun ki asla.

Biz faniler öldükten; etlerimiz kemiklerinden ayrıldıktan, kafatasımız çürüyüp, toprağın içinde kaybolduktan sonra bile ruhumuz yaşamaya devam ederdi. Bu benim ilahi inancım değil; içten, kendim olarak inandığım, hislerimle tattığım bir duyguydu. Ve şuan bunu, babamın mezarının yanı başında hissetmeye devam ediyordum.

O yaşıyordu, ama ruhuyla.

Yanımdaydı, hissediyordum. Benimle yürüyor, benimle konuşuyordu.

Ve en önemlisi,

Beni halâ seviyordu.
Buna hepsinden daha fazla inanıyordum.

...

Oturdum ve elimdeki çiçekleri yere bıraktım. Elimle kupkuru olan toprağı biraz kazdıktan sonra çiçekleri içine ektim. Babamın en sevdikleriydi. Manolya ve yasemin.  Onu bildim bileli bu çiçekleri severdi. Viddlesea'da bulunmadığından, uzak krallıklardan getirtirdi. Kalenin bahçesini bu çiçeklerle süsler, sarayı da hep bunlarla donatırdı. Sert ancak sevgi dolu bir adamdı. Cesaretinden, gözü pekliğinden ödün vermez, ancak ruhunu konuşturmayı da iyi bilirdi. Her şey; gördüğüm, kokladığım, duyduğum her şey onu hatırlatıyordu. Onun saf duygularını... Sevgisini, hatta öfkesini...

Kalktım. Kendimi ne kadar hazır hissetmesem de bunu yapmak zorundaydım. Gitmeliydim. Uzağa. Buradan yüzlerce mil uzağa. Her ne kadar babamı burada bırakmak istemesem de, babamın hep benimle olduğunu düşünüp gitmeliydim. Bana kalırsa o da bunu isterdi.

Burada tehlikedeydim. Her an bir suikasta kurban gidebilirdim. Disthalthea bölgesi bu iş için çok elverişliydi. Sessiz, huzurlu ama biraz fazla tenha olan bu bölge, birini öldürmeniz için gerekli ortamı hazırlayacak kadar boştu.

Burada kalamayacağımı biliyordum. Gitmem gerekiyordu, bunu da biliyordum. Ancak nereye? Bu bölgede kalamazdım, evet. Fakat nerede kalacaktım? Kimliğim ortaya çıkarsa, beni yaşatmazlardı. Bu yüzden hiçbir yerde kalamazdım. Kendi krallığıma gitmeliydim. Ancak babamın adamları olmadan bunu yapmak çok zordu. Ve onlarda Nivin tarafından esir alınmıştı. Bir karar vermem gerekiyordu, ve bu karar hayatımın tüm seyrini değiştirecekti.

Güneş batıyordu. Hava kararmadan yola çıkmalıydım. Düşünmek için fazla vaktim yoktu.

Eve dönecektim.

En mantıklı karar buydu. Savaş yıllardan beridir bu kadar şiddetli olmamıştı. Viddlesea ve  Nivin arasındaki bu savaş, benim çocukluğumdan beridir sürüyordu. Ancak bu süre zarfında ne ben, ne de benim krallığımdakiler, hiç kimsenin bu şekilde öldüresiye dövüştüğü, yamyamlaştığı ve acımasızlaştığı bir savaş görmemişti. İnsanlar gözlerini iyice karartmıştı. Kazanmakta kararlıydılar. Ölüm pahasına olsa bile.

Dae, babamı gömdükleri bu yere çokta yakın olmayan bir at pazarına götürülmüştü. Onu savaş için eğitecekler, sonra ise bir subaya satacaklardı.

Yola çıkacaksam ilk olarak onu bulmam gerekiyordu. Yanımda getirdiğim küçük torbayı sırtıma taktım.  Boş olan hançer kemerini  belime bağladım. Kim bilir, belki bir yerlerden hançer kundaklardım. 

At pazarı biraz uzak olduğundan, yolda yürürken bulduğum ilk kervanla yoluma devam edecektim.

... 

Biraz yürüdükten sonra ilerden gelen kervanı gördüm. Hızlıca pelerinimin şapkasını takıp kervanın gelmesini bekledim. Beni görmüş olacaklar ki birden duraksadılar, ancak çok geçmeden ilerlemeye devam ettiler.

Nihayet yakınıma geldiklerinde, atlarını dizginlediler. Bir an için hepsinin ineceğini sandım, ancak sadece lacivert pelerin giymiş yaşlı bir adam atından indi.

"Genç bayan," dedi. "Burada  ne arıyorsunuz?"

"Yolculuk yapmakta olduğum kervan eşkiyalar tarafından kuşatıldı." dedim. "Aralarında tek ben sağ kaldım. Yolculuğuma sizinle devam edebilir miyim?"

"Tabi ki." dedi memnuniyetle. "Yolculuğun nereye?"

"Viddlesea." dedim. "Neveth bölgesine."

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


ŞAFAĞIN DOĞUŞU (Featherfall)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin