▪︎İKİ▪︎ bir görüşme teklifi

130 15 22
                                    

Selamun aleyküm,

Üçüncü ağızdan anlatımla devam ediyorum inşallah. Bu hikâyede üçüncü ağızla daha rahat yazdığımı fark ettim. Yanlışlıkla değil, bilinçli olduğunu belirtmek istedim.🌿

Keyifli okumalar. 🌸

***

Bir eliyle eşarbının üzerinden kendisine gölgelik yaparken diğer eliyle harabeden farksız olan tek katlı evin dibinde misket oynayan iki küçük kıza eliyle "gel" işareti yaptı. Esmer, iri gözlü, dağınık saçlı kız; burnunu koluyla silerken kardeşine kaş göz işareti yaparak aslında pek de yabancı sayılmayan, yine de hemen güvenemedikleri o ablanın yanına gidip gidemeyeceklerini sormaya çalıştı.

Kızlardan kumral saçlı, yanık tenli ve kara gözlü olanı az önce kaş göz işaretleriyle ilerideki kızı gösteren ufaklıktan daha büyük görünüyordu. Betül, sıcağın altında kavrulur gibi hissettiği başını tuttuğunda eşarbının epey ısınmış olduğunu fark ederek eve gidince ılık bir duş almanın gerekliliğini kendisine yeniden hatırlattı. Kızlara güven vermek istercesine tebessüm edip eliyle tekrardan "gelin" işareti yapınca nihayet ikisi el ele tutuşarak yanına geldiler.

Betül, konuştuğunda anlaşılamayacağını ama anlaşabilmek için sadece kelimelere ihtiyaç olmadığını biliyordu. Bu yüzden onlarla daha ziyade gönül diliyle konuşmaya karar verdi. İkisinin de saçlarını okşadı. Boylarının hizasına gelebilmek için yere çömeldi. Elindeki poşeti kızlardan yaşı daha büyük görünene uzatırken: "Bunu annene ver, olur mu?" Diye sordu bir ümit. Burada birkaç yıldır yaşadıklarına göre çocuklar az da olsa Türkçe biliyor olmalıydı. 'Annen' kelimesini anlamaları bile yeterliydi.

İkisinin de yanaklarından öptü, ellerini okşayıp ayağa kalktı ardından. El salladı onlara. İki kardeş, dünkü sıcak ellerin varlığını bugün de hissettikleri için perçinlenmiş bir güvenle el salladılar. Dudaklarına minnettar bir tebessüm oturmuştu.

Betül, gerisin geriye gidip babasının manav dükkanına gitmeye karar vererek kavurucu sıcakta yürümeye başladı. Dar sokaklardan, gecekondu mahallelerinden, sıra sıra dizilmiş yüksek binaların yanından, hiçbir esintinin olmadığı çıplak yollardan geçti.  Yol boyu rast geldiği köpekler bile bunaltıcı sıcaktan kaçmak ister gibi ya bir araba tekerinin dibine ya da bir ağacın gölgesine sinmiş uyuyorlardı.

Çift yönlü yolun kaldırımına varana dek içinden çeşitli zikirler çeke çeke yürüdü. Uzun yolu ancak bu zikirler kısaltırdı, bilirdi. Sıcaktan dolayı üzeri dalgalanır gibi görünen asfalta daldı bir ara. Arabalar kâh korna çalıyor, kâh acı bir çığlık atarak yanıbaşından hızlıca geçiyordu. Küçükken bu yoldan annesinin ne kadar çok korktuğunu anımsadı. Vızır vızır arabaların geçtiği bu çift yönlü yolu çevreleyen apartmanların birinde oturuyorlardı. O günlerde yaşı küçük olsa da babasının buradan ev satın alma telaşını, annesinin ise: "Buradan vızır vızır araba geçiyor, çocuklar okula gidip gelecek, ne yaparız" deyişini tüm detaylarıyla hatırlıyordu. Babası ise kiraladığı dükkana çok yakın olan ve acil satılığa çıkarılan uygun fiyatlı bu evi bulduğunda kaçırmak istememişti.

Şimdi, yirmi üç yaşını iki ay sonra geride bırakacak bir genç kız olarak bu sokakta ve bu mahallede on dört yıldır bulunduğu gerçeği ona garip geliyordu. On dört yıl, diye geçirdi içinden. Zamanın, mekânın ve hatta bedenlerinin bu hızlı değişimi onu ürpertti. Üç sene önce vefat eden ninesinin, sanki yeni bir şey keşfeder gibi hayretle ve heyecanla yılların nasıl da hızlı geçtiğine dair söylediği o sözler, şimdi zihninde daha hakiki bir anlam kazanıyordu. Çünkü o da 'on dört yıl' derken içinden; tıpkı yıllar önce ninesinin -beyaz tülbentinin ucunu tuta tuta ve nice hayrete tutuna tutuna- zamanın hızını anlattığı o bulanık günü aynısıyla yaşıyor gibiydi. Ufak bir çocukken anlam veremediği ve oldukça klişe bulduğu o dehşetle söylenen sözün mânâsını, şimdi aynı sebeple birlikte, kendisi de hissediyordu.

gölgeler ve asıllarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin