▪︎BEŞ▪︎ bir muştu gibi adın

141 19 65
                                    

"ÜMMETİ GÖZETMEN GEREKLİ
Ben seni beyaz haber ustası
Olasın DİYE boğmadım -DOĞURDUM

Beyaz haberlerim için hazır olun kardeşlerim"

-Cahit Zarifoğlu

***
Küçük el bavuluna sığdırdığı eşyalarının arasında doksan dokuzluk tesbihi, misvağı, yıllardır kullandığı belli olan kalın bir defteri ve İmam Gazâli'nin bir kitabı da vardı. En son kitaplıktan cep boy yıpranmış Kur'ân-ı Kerim'ini de alıp sessizce okumaya başladı. Betül, onun taze traşlı yüzüne, başındaki sarığa, ezbere bildiği için ara ara gözünü kapattığı ve bakmadığı ama hürmetle tuttuğu mushafa; onunla ilgili her detaya dikkatle baktı. Diğer sayfaya geçtiğini gözlerinden anlayınca: "Üsâme" deyiverdi. "Sesli okur musun? Ben de dinlemek istiyorum senden."

Adam, çekinir gibi elini ensesine götürüp ovuşturdu. Bulanık bir tebessüm kondu dudaklarına. Sonra boğazını temizleyip sesli bir şekilde okumaya başladı. Onu dinledikçe içinde nice his çağıldadı. Dünya gözünde küçüldü, âhiret ise büyüdü. Nemlenen gözlerinden çok geçmeden iki iri damla yaş süzüldü.

Üsâme, okumayı bitirdi. Mushafı kapatıp öptü. Öpüp başına koydu. Alıp hürmetle ceketinin iç cebine yerleştirdi. Tüm bunları yaparken Betül gözünü ondan hiç ayırmadı. Ona gözyaşlarıyla karılan dualar armağan etti. İçinde büyüyüp duran o sızıyla kalakaldı öylece. Göz göze geldiklerinde o iri bedenin omuzlarının çöküşüne, ardından adamın iç çekip kaşlarını çatışına şahit oldu.

Ayaklanıp: "Kahvaltı hazırlayayım sana" dedi Betül. Sesi öyle güçsüzdü ki neredeyse kırılıp çatlayacaktı. Üsâme, birkaç adımda yanına varıp elinden tuttu.

"Hazırlama, gel."

Betül, ağladığını göstermemek için dirense de ancak buraya kadar sabredilmişti ve bu bile onun açısından büyük bir sabır sayılabilirdi.

İlk başlarda kaba ve sert bulduğu o ellerin, sonraları sadece zalime karşı can yakıcı olduğunu öğrenmişti. Ve şimdi o eller -merhametle sıcacık kesilmiş o eller- yanaklarıyla buluştuğunda gözleri yeniden nemlendi. Adam, onu neşelendirmek ister gibi gülümsedi. Betül, o gülüşün altında yatan mânâları da okuyamıyor değildi. Okuyor ama okumamış gibi yapmayı yeğliyordu.

"Böyle vedalaşırsak kendimi göreve nasıl vereceğim ama? Ne konuşmuştuk Betül?"

Ağlamamak için dudaklarını ısırıp başını salladı. Gülümsemeye çalıştı ama o tebessümün yüzünde ne kadar eğreti durduğunu bilmesi için aynaya ihtiyaç duymuyordu. Yanaklarındaki eller, yüzünde kalan son ıslaklıkları usul usul sildi. Alnına sıcak, sevgi dolu, uzun bir bûse gelip kondu.

Adam, bir şey hatırlamış gibi ellerini yanaklarından çekip ceplerine uzandığında oradan otuz üçlük, kehribar tesbih çıkardı. Karısının avcunu açıp bir çiçek bırakır gibi nazikçe bıraktı oraya tesbihi. Ardından ellerini kapatıp: "Benden sana ufak bir hatıra" dedi. "Ama geldiğimde alırım, ona göre."

Betül, avcundan taşan kehribar tesbihi sıkıp: "Bekleyeceğim" dedi. "Sana geri vermek için..."

"Sadece onun için mi?"

Adamın muzip tavrı kendini tutamayıp sesli bir şekilde gülmesine sebep oldu.

"Hayır tabii..."

"Hah, böyle gönder işte beni. Aklım sende kalmasın."

Kendini zorladı ama gülmeye devam edemedi. Çok geçmeden yüzünde soldu o son gülüş de. Belki sadece kırıntısı kaldı. Adam, tekrar yanaklarını avuçlayıp alnına son bir bûse bıraktığında Betül, veda vaktinin geldiğini anladı.

gölgeler ve asıllarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin