"kabul edeceğini biliyordum, çünkü zaten zorundasın sweetie hehe." Muzip gülüşüne sadece göz devirdim, ve ona parmağımı uzattım.
"Bana sweetie deme." Kaşları kalkti ve dudak büzdü. Parmağıma gözleri şaşı şaşı baktı, hafif yaklaştığında parmağım burnunun ucuna değdi, irkilip geri çekildim.
"Ama niye ki, sweetie? Bence şu hırçın suratına tam uyuyor." Dedi ve güldü, ardından dün gece dışarı çıkıp getirdiği bir çuval kılıçtan birini çekip keskin ucuna zarifçe dokundu.
"Tch, her neyse." Diyerek elindeki basit tahta kabzası olan, topuzu bile olmayan bir kılıcı elinde döndürüşüne baktım. Topuzsuz bur kılıcı nasıl döndürdüğüne şaşırdığımda sırıttı ve ne var dercesine başını salladı.
"Etkilendin mi?" Sonra kılıcı zemine saplayıp tek elini saçlarından geçirerek tek kaşını kaldırdı. "E tabi, etkilenmemek elde değil, değil mi?" Göz devirip bir kılıcı anında cuvaldan aldım ve boyuna uzattım. Ve güldüm. Sırıttım desem daha doğru olurdu. Şaşırarak güldü ve omzuma indirdiği tek bir darbeyle kılıcı elimden düşürüp şimşek gibi bir hızla kılıcı bu sefer benim boynuma tutuverdi, ama kabzasını uzatmıştı.
"Eh," dedi benim geri çekilmeme izin verdiğinde alayla sırıttı. "İyi sayılırsın da... Nereden bu güç?"
Bu sefer gulen bendim. Aslında bir eğitimim yoktu bile. Az önce içimden gelmiş ve kılıcı boynuna uzatmıştım. Şimdi de kaçamak bir cevap verdim. " Eh, biliyorum bir şeyler."
Aynen Silva. Kesinlikle.
Kendi kendime güldüğümde -ki bu gerçek içten bir gülüştü - felix'in kaşlari kalktı, sonra muzipçe o da güldü ama ben çoktan ifademi ciddileştirdim.
Daha ona guvenebilir miyim de bilmiyordum. Önlemimi almalıydım.
"E hani büyü? Ben kılıçla ne yapacağımızı anlamadım?" Gülümsedi, hep gülümsüyordu zaten. Ardından benden kaptığı kılıcı bana geri verdi ve derin bir nefes vererek dünkü ciddi sesini takındı. Karanlık ama ciddi. Muzip ve salak halinin tam tersi olan bu ses bana daha güzel geliyordu.
Ama bunlar imtihan. Boşver Silva...
"Tanıştırayım, kılıç. Kılıç, bu da Silva. Memnun olmuş. Şimdi, bana ne kadar kılıç bildiğini göster." Eh, şimdi nasıl yalanımı devam ettirecektim? Neyse, söylerdim bende. Bilmediğim şeye biliyorum diyecek halim yok.
"Hiçbir şey." Diyiverdim ve sonra yarım ağır gülüşüne doğru göz devirdim. "Hey, nerede kılıç öğrenebilirim ki? Dünya orası. Fantastik bir evren değil yanlız."
"Eh, peki." Dedi ve son kez güldü ve sonra tekrar ciddileşti. "Kılıç sanatı, bütün Magianis'te herkesin bildiği bir spordur ve gelenekselleşen bir şeydir." Elimi soru sormak ister gibi kaldırdığında başını salladı.
" Şu... Magianis de ne?" Dedim, sonra da felix'in elinde oynadığı kılıç ve yakut duman yani büyü topuna gözüm kaydı.
"O bizim ülkemiz..." Dediğinde kılıcı duman topuna doğru sallamaya başladı. Yavaş çekimde gibi. Ağır ağır... Gözlerim büyülenmiş gibi ona bakarken duman topu kılıcı sardı, kiliç hareket ederken arkasından mükemmel bir kırmızı iz bırakmaya başladı.
İçerideki bütün hava is kokusu ile dolmuştu, gerçekten boğucu ve bunaltıcı bir kokusu olsada bu insanları etkilememiş gibiydi. Olur olmaz öksürdüm.
Bir an onun etrafında kavis alışındaki odaklanmış gözünü kapatmiş yüzünü izlediğim japon filmlerindeki samuraylara benzetmekten edemedim ve hayranlıkla izledim. Bu işi iyi yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAĞIN SEÇİLMİŞİ
Viễn tưởng"Uyan... Silva..." On yaşından beri gördükleri ve duydukları bir cızırtıdan ibaretti. Ve de rüyaları da hayatında hiçbir şeyden etmediği kadar nefret ettiği bu ses ne bir detoneye ne de bir cızırtıya sahipti... "Uyan..." Silva McCartney sadece basit...