2 hafta sonra
''Sanık Öcal Çelik, bu celse de karar verilecek. Söyleyecek son bir sözünüz var mı?''
Bitmiş hayatım için formaliteden birkaç laf etmemi bekleyen hakim beye baktım, baktım fakat konuşmadım. Kelimelerle aram çok iyi değildi. Kriz durumlarında ne demem gerektiğini bilmezdim. Hayatı biterken bir insan ne diyebilirdi ki?
Ben masumum...
Ben yapmadım...
Kim inanırdı?
Haberlere çıkan birkaç cinayet haberinden biri olarak geçecektim sadece. İnsanlar milletvekilinin oğlu olduğu için değil, Kara Kubbeye gönderilen en genç katil olduğum için merak edecekti, daha çok gazeteci olacaktı dışarıda. Kimi acıyacaktı bana. Sebeplerim olduğunu düşünecekti. Belki Cenk Yıldırım'ın bana zorbalık yaptığını savunacaktı. Kimi de beter olsun diyecekti.
Bunların hepsi üç dakika gösterilecekti haberlerde. İnsanlar üç dakika üzülecekti Cenk'e. Üç dakika nefret edip üç dakika acıyacaklardı bana.
Ve hakim, yaklaşık üç saniye sonra bedenimi hapse, ruhumu beklediğim özgürlüğe kavuşturacaktı.
''Karar! Öcal Çelik'in üzerine atılı maktul Cenk Yıldırım'a yönelik tasarlayarak kasten insan öldürme suçunu işlediği sabit görülmekle TCK 82/1 maddesi uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasıyla, sanığın üzerine atılı tasarlayarak kasten insan öldürme suçunun CMK 103 A2 maddesinde sayılı katalog suçlarından oluşu, sanığı atılı suçu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösterir olguların bulunması, otopsi tutanağı sanık savunması polis görevlilerince tutulan tutanak ve sanık hakkında hükmedilen cezanın miktarı dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu gözetilerek sanığın hükümle birlikte tutukluluk halinin Ağrı Kara Kubbe ceza evinde devamına, CMK 268 maddesi uyarınca itiraz yolu açık olmak üzere bu hususta sanığın yakınlarına bilgilendirme bulundurulmasına, hüküm özetinin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.''
Hakim tokmağı üç kere vurdu. Kalbim o tok sesle birlikte oynadı sanki. Avukatım, ablam taş kesilmiş halde bana döndüğünde aramızdaki mesafeden bile kıpkırmızı gözlerini gördüm. Ağlamamak için direnen bedeni titriyordu. Gözlerimi sımsıkı yumup açtım. Biraz olsun rahatlatmak istiyordum onu. Mutluydum çünkü. Karmakarışık hislerimin başında mutluluk vardı.
Kollarımdan tutulup geriye çekildiğimde tanıdık bir ağlama sesi doldu kulağıma. Bencilce kullanıp bir kenara attığım sevgilim, oyunumun en büyük piyonu Ateş onu tutan ailesinin ellerinden kurtulup bana doğru gelmeye çalışırken öyle bir ağlıyordu ki ben de ona gitmek istedim. Onu teselli etmek, hiç değilse özür dilemek istedim.
''Vedalaşmama izin verin.'' Dedim beni tutan kollara. Kara Kubbe de görüş yoktu. Bu, Ateşi son görüşümdü.
''Sadece bir dakika'' diyen polisle kollarım serbest kaldı.
Ona uzanmama bile gerek yoktu. Ateş kendini kollarıma attığında sıkıca kavradım onu. Bu iki haftada erimişti sanki. Sırf bunun için bile suçlayabilirdim kendimi.
''Özür dilerim.'' Dedim çaresizce. Sanki kollarında kaybolup gidecekmişim gibi sıkı sıkı sarılıyordu. Özrümü duyunca ağlayışı hıçkırıklara boğuldu.
''Şimdi beni iyi dinle.'' Dedim kulağına doğru. ''Amerikadan aldığın teklifi kabul ediyorsun, oraya yerleşiyorsun ve beni unutuyorsun anladın mı?''
''Ne?'' söylediklerimi anlayamamış gibi hafifçe geri çekildi. Kalın çatık kaşları ve gözyaşlarıyla süslenmiş gözleri sorgularcasına bakıyordu gözlerime. Yanaklarını avuçlayıp ıslak yanaklarını silmeye çalıştım. Her zaman baktığım gibi ciddiyetle bakıyordum ona. Yine, belki de en çok ona karşı acımasızdım.
''Duydun. Terk ediyorum seni.''
Elleri yanaklarını kavrayan ellerimi buldu. Gözyaşları daha da hızlı akıyordu artık. Başını iki yana sallarken ''hayır'' diye sayıklıyordu. ''Bunlar gerçek olamaz! Bu yaşadıklarımız... kâbus.''
Sana bu kâbusu yaşattığım için özür dilerim.
Polisler kollarımdan tuttu. ''gitme vakti. Yürü.'' Diye uyardıklarında transa girmiş gibi yüzüme bakan çocuğu sarstım son kez.
''Ateş unut beni! Öcal Çelik öldü senin için. Ne yasımı tut ne de bekle beni. Anladın mı?!'' Mahkeme salonundan çıkarılana kadar bağırmaya devam ettim. Ablam bir adım arkamdaydı.
''Merak etme ilgileneceğim onunla.''
Mahkemenin çıkış kapısında onlarca polis vardı. Hepsi beni bekliyordu. Dışarıdaki izdihama karşı görevleri beni korumaktı. Çıkmadan önce ablama döndüm. Hemen yüzüme siyah bir maske taktı. Başıma yine maske gibi siyah bir kep geçirip ince kapüşonun şapkasını da kepin üstüne attı. Bu sırada etrafımı çevreleyen polisler yüzünden işini halleder halletmez aralarından sıyrıldı.
''Avukat hanım! Sakın dışarı çıkma.'' Diye uyardım dışarı çıkmadan önce. Onu göremiyordum. Bağırmak zorunda kalmıştım.
Dışarı çıktığımızda onlarca gazeteciyi gördüm. Beklediğim bir durum olsa da şaşırmama engel olamadım. Herkes mikrofonu takım elbiseli orta yaşlarda bir adama uzatmıştı. Cenk Yıldırım'ın babasına.
Ben yapmamış olmama rağmen garip bir duygu boğazıma oturdu. Yutkunamadım. Ben babam ölürken hiçbir şey yapamadan oturup izlemek zorunda kalmıştım. Bu adam da onca gücüne rağmen koruyamamıştı oğlunu. Gerçek katil yanı başındayken onun kahrolmuş yüzü ve nefret dolu bakışları ben de toplanmıştı.
Herkes bağırıp çağırıyordu ama ben o kadar Hasan Yıldırım'a odaklanmıştım ki Cenk'in arkadaşlarından birinin domates attığı beni sekip de polisin omzuna çarptığında anladım nerede olduğumu. Başımı eğdim, mahkum aracına binene kadar da kaldırmadım.
Yüzümde patlayan flaşlar yüzünden net olmayan görüşümle karşımda oturan adamlara baktım. Benekli görüşüm yavaşça düzelirken kelepçeli ellerimle maskeyi indirdim.
Uzun bir yolculuk olacaktı...
****************
''Şşt! Uyan lan. Geldik.''
Kolumdan dürten ele karşılık çatık kaşlarla doğruldum yattığım yerden. İlk seslenişinde uyanmıştım zaten. Göz göze geldiğimizde sinirle arkasını döndü. Gitmeden önce ağzının içinde ''siktiğimin ibnesi'' diye söylendiğini duydum. Mahkemeden çıkmadan önce Ateşle konuşmalarımı duymuştu anlaşılan. Zerre umursamadan diğer polisle indik araçtan.
Gerinip şöyle bir etrafa baktım. Gözüme ilk çarpan şey kubbe şeklinde uzun asker yeşiline boyanmış nöbet kulübeleri oldu. Yürüdükçe isminin neden Kara Kubbe olduğunu ise daha iyi anladım. Ucu bucağı gözükmeyen yeşil çimli arazinin ortasına kocaman taştan bir bina vardı. Yapısı kaleyi andırırken üstünde siyah, insanı ürküten bir kubbesi vardı. Daha çok katedralleri andırıyordu. Kendi kendime 'vay be' dedim. Ne kadar araştırırsam araştırayım en ufak fotoğrafını bile bulamadığım Kara Kubbe burasıydı demek.
''Yürü, ömrünün geri kalanında bol bol bakarsın zaten.''
Ve çıkışı olmayan hapishanenin içine girdim.
Arkadaşlar hala piyasa da yokum. Arada böyle bilgisayardan bölüm atarım. Öpüyorum sizi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ö.Ç (Gay)
RomanceÖcal Çelik babasını öldüren uyuşturucu baronu Çetin Ünal'dan, nam-ı diğer Çeto'dan intikam almak için ülkenin en azılı suçlularının tutulduğu hapishaneye girer. bir mahkûm olarak...